İttihad ve Terakki’de Bir Hayalet: Selanikli Mustafa Kemal131 min read

Mustafa Kemal (Atatürk) Bey/Paşa’nın İttihad ve Terakki Cemiyeti (İTC) ile ilişkisine dair birbirinden farklı anlatılar mevcuttur. Bu durum, önemli ölçüde konunun ideolojik boyutundan kaynaklanmaktadır. Buna rağmen Yusuf Hikmet Bayur, Fethi Tevetoğlu, Bekir Tünay, E. J. Zürcher, Emel Akal, Alaattin Uca gibi pek çok yazar, konuyu karşılaştırmalı bir çerçeveye oturtarak netleştirmek adına önemli çalışmalar yapmıştır.[1] Bu çalışma ise, yeni olgular sunmak yerine, var olan anlatıların mukayesesi, analizi ve gözden kaçırdıkları noktalara işaret edilmesi yoluyla meseleye ufak da olsa bir katkı sunmayı hedeflemektedir. Çalışmada ağırlıklı olarak -elbette karşılaştırma yapılmak suretiyle- hatıratlara verilmiştir. Bunlara ek olarak, yukarıda ismi zikredilen kimi yazarların anlatılarına da –elbette yine karşılaştırma, yorum ve eleştiri yapmaktan kaçınılmayarak- başvurulmuştur.

Makalenin ilk bölümünde, Mustafa Kemal Bey’in İTC (üyeliği) öncesinde icra ettiği devrimci nitelikli faaliyetleri, kendi kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Osmanlı Hürriyet Cemiyeti’ne ve ardından bizzat kendisinin İTC’ye -kısmen- zoraki dahil oluşu anlatılmaktadır. İzleyen bölümde, 1908 Devrimi’ne kadarki süreçte icra ettiği faaliyetlere ve bu dönemde Cemiyet içindeki konumuna yer verilmektedir. Ardından Devrim’in siyasal gücünün ve kazanımlarının yerleştirilmesi adına Trablusgarp’ta yürüttüğü önemli faaliyetler ile bu görevlendirmenin muhtemel sebepleri değerlendirmeye alınmış, 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasındaki görev ve konumuna ilişkin tartışmalara dönük bir değerlendirmede bulunulmaktadır. Dördüncü bölümde, Trablusgarp müdafaasına Mustafa Kemal Bey’in iştirakı, Balkan Harbi esnasında Enver Bey ile ilişkilerinde baş gösteren problemler, cemiyet içinde belirginleşmeye başlayan muhalif konumu ve bunların neticesinde – pasifize edilerek- Sofya’da görevlendirilmesi anlatılmaktadır. Beşinci bölümde, Mustafa Kemal Bey/Paşa’nın Umumi Harp’teki görevleri, Cemiyet içindeki muhalif renginin giderek belirginleşmesi, Enver Paşa ile arasında kızışan (ağırlıklı olarak askeri nedenlerden kaynaklanan) siyasi rekabet ve devam eden süreçte Parti’nin kapatılmasıyla beraber kendisinin üyeliğinin de son bulması anlatılmaktadır. Devamında Mustafa Kemal Bey’in muhalifliği konusunun, 1909 Kongresi’ndeki önerilerine dayanılarak, daha ziyade ideolojik boyutu ortaya konulmakta; bunun yanı sıra söz konusu muhalif konumun gerek kendi döneminde gerekse de Cumhuriyet dönemi resmi tarih anlatısında nasıl karşılık bulduğu konusu ele alınmaktadır. Yedinci bölümde, Mustafa Kemal Bey/Paşa’nın hem triumvira üyeleri olan Enver, Talat ve Cemal Paşalarla hem de Cemiyetin öteki liderlerinden Doktor Bahaettin Şakir ve Doktor Nazım Beylerle ilişkileri değerlendirilmekte, odağa ise önemli oranda Enver Paşa ile olan ilişkisi yerleştirilmiş bulunmaktadır. Son bölümde ise, Mustafa Kemal Bey’in mensup olması ihtimalinin bulunduğu hizipler konusu ve bu konuya dair çeşitli iddialar karşılaştırma ve eleştiri yoluyla ele alınmaktadır.

Çalışmanın odak noktası olan “Mustafa Kemal Paşa’nın İTC üyeliği” meselesinin önemi, ülkemizin siyasal temellerinin kuruluşunda belli ölçüde pay sahibi olan siyasal-ideolojik arka planın anlaşılmasında yatmaktadır. Mustafa Kemal’in hayatının bu döneminde ne yaptığı, İTC’den ne zaman ayrıldığı, hangi grup içerisinde bulunduğu gibi konularda dahi bir görüş birliği bulunmamaktadır.[2] Bu bakımdan, okuyucunun burada dikkat etmesi ve akılda tutması gereken nokta şudur: Bu, her şeyden önce bir “hayalet”in öyküsüdür.

I. Hürriyetçi Bir Subayın Mücadelesi: İstanbul’dan Selanik’e

Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılmasının ardından kurulan yeni Osmanlı ordusundaki yetkililerin ya da yetkili adaylarının siyasal iktidara yönelik girişimlerde bulunmasının miladı, 1859 tarihli Kuleli Vak’ası’dır. Harbiyeli öğrencilerin istemeyerek de olsa katıldığı iktidara karşı ilk eylem, Serasker Hüseyin Avni Paşa önderliğindeki 30 Mayıs 1876 tarihli hükûmet darbesidir. Harbiyeliler bu darbeye liberal ve Türk milliyetçisi fikirleriyle tanınmış Mekâtib-i Askeriye Nâzırı Süleyman Hüsnü Paşa’nın emri ile katılmıştır. Sultan II. Abdülhamid’in Meclis-i Mebusan’ı feshetmesiyle son bulan I. Meşrutiyet devrinin ardından II. Abdülhamid karşıtı ve liberal fikirlere sahip muhalifler, meşrutiyeti yeniden ilan edebilmek ve Abdülhamid’i devirmek için komiteler kurmuştur. Bu komitelerden bazıları Mekteb-i Harbiye’de kurulmuştur. Bunlardan ikisinin ismi Harbiyeliler için önemli olan iki askerden gelmektedir: Süleyman Hüsnü Paşa Komitesi ve Hüseyin Avni Paşa Komitesi.[3]

Bu tarzda bir başka girişim de Harbiye öğrencisi genç Mustafa Kemal Efendi tarafından gerçekleştirilmiştir. Önceki Harbiyeli komitecilerin aksine o, bunu yalnızca bir adım olarak görmekteydi. Cemiyetin üyeleri mezuniyetten sonra birliklerinde cemiyeti kuvvetlendirecekti. Mustafa Kemal, Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında kurduğu komitenin fikirlerini anlatabilmek için sınıf arkadaşlarından bazılarını etrafına toplayıp konuşmalar yapmakta.[4] ve dergi çıkartmaktaydı.[5] Hatta Harp Akademisi’nde öğrenci olduğu sıra yaptığı bir konuşmada önceki öğrencilerin yaptığı gibi Hüseyin Avni Paşa ve Süleyman Hüsnü Paşa’ya bir değer atfetmekte, o paşaların güç ve kudretinden bahsedip durmaktaydı. Ancak bu girişim çok sürmedi. Harp Akademisi’nin bitişiyle birlikte Mustafa Kemal ve arkadaşları bir ev tutup toplantılar düzenlemiştir; aralarına sızmış olan Fethi adındaki bir hafiye,[6] genç subayları ihbar edince başta Mustafa Kemal olmak üzere komitedeki yoldaşları tutuklanmıştır. Padişaha suikast planları yapmakla suçlanmışlardır. Ordudan atılmak veya Trablusgarp’a sürgün edilmek gibi seçenekler önlerindeydi. Hatta Mustafa Kemal Bey, Trablusgarp’a sürgün edilirse oradan Avrupa’ya geçmeyi bile düşünmüştür. Ancak hiçbiri gerçekleşmemiştir. İronik bir şekilde II. Abdülhamid rejiminin sadık adamlarından Serasker Rıza Paşa’nın yardımlarıyla bu durumdan kurtulmayı başarmışlardır. Ancak her şeye rağmen bu subayların Rumeli bölgesindeki İkinci ve Üçüncü Ordulara tayin edilmelerine izin verilmemiştir.[7]

Serbest bırakılan subaylar iki ayrı orduya dağıtılmıştır: Erzurum’daki Dördüncü Ordu ve Şam’daki Beşinci Ordu.[8] Bu iki ordunun seçilmesi tesadüf değildir, zira meşrutiyet yanlısı propaganda icra etmek diğer bölgelere göre daha zordu ve buna ek olarak, doğup yetiştikleri memleketlerinden farklıydı. Mustafa Kemal ve sürgündeki yoldaşı Müfit Beyler Şam’daki Beşinci Ordu’ya tayin edilmişlerdir. Burada ayaklanan Dürzilere karşı düzenlenen harekata katılmış ve sonrasında Şam’a döndüklerinde Miralay Lütfi Bey, siyasi görüşlerine yakın olduğunu düşündüğü bu iki gençle tanışmıştır.[9] Onları ticaretle uğraşan ve Mekteb-i Tıbbiye’den atılmış Hacı Mustafa adında bir hürriyetçi ile görüştürmüştür. Hacı Mustafa ve Lütfi Bey birlikte Mustafa Kemal’in katılımından sonra Vatan ve Hürriyet adını alacak olan Vatan adlı bir cemiyet kurmuş olmalarına rağmen bu cemiyeti güçlendirme imkanından yoksun durumdaydılar. Bu nedenle, özgürlükçü fikirlere sahip olduğunu düşündüğü bu iki subaya cemiyete katılmalarını teklif etmiş ve olumlu yönde bir cevap almışlardır. Bu olaydan bir süre sonra Lütfi Bey riske girmemek için Vatan’dan ayrılmıştır. Mustafa Kemal ise cemiyeti güçlendirmek doğrultusunda çalışmalara başlamıştır. Bu süreçte cemiyetin liderliğini üstlenmiş olması muhtemeldir. Lübnan’daki arkadaşı Cebesoy’un yardımıyla cemiyetin başka bir şubesini buraya açmıştır. Şam ve Lübnan’ın ötesinde Mustafa Kemal Cemiyet’in iki şubesini daha resmi ziyaretleri sırasında Kudüs ve Yafa’da tanıştığı hürriyetçilerle birlikte burada açmıştır. Ancak Mustafa Kemal çabalarının yetersiz olduğunu anlamış ve rotasını arkadaşlarının bulunduğu memleketi Selanik’e çevirmiştir.[10]

Mustafa Kemal, gizlice Şam’dan ayrılarak İskenderiye ve Pire yolu üzerinden 1906 yılının Şubat ayında Selanik’e, henüz Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (bundan sonra OHC) kurulmamışken ayak basmıştır.[11] Burada kalabilmek için yaptığı birtakım görüşmelerin ardından Mustafa Kemal, askeri okul zamanından olan, hürriyetçi fikirlerinden emin olduğu bazı arkadaşlarını ve hocalarını çağırıp bir toplantı yapmıştır. Toplantının sonunda aralarında sonradan OHC’nin kurucu üyelerinden olacak iki kişinin katılımıyla Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin Selanik şubesini açmışlardır.[12] Mustafa Kemal’in kurduğu Selanik şubesinden kendi dönemindeki kaynaklarda ve hatta İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin (bundan sonra İTC) perspektifini yansıtan 1912 yılına ait bir ders kitabında isim verilmeksizin bahsedilmektedir. Bununla kalmayıp, onun Selanik’te kurulmuş olan ilk hürriyet cemiyeti olduğu anlatılmaktadır.[13] Mustafa Kemal, Selanik’te bir süre daha faaliyet gösterdikten sonra mayıs ayında komutanlarının yokluğunu fark etmesinden ötürü şubeyi Selanik’teki yoldaşlarına bırakarak Akabe’ye doğru yola çıkmıştır.[14]

Mustafa Kemal’in gidişinden bir süre sonra Mehmed Talat Bey (ilerleyen yıllarda Talat Paşa) ve aralarında Vatan ve Hürriyet Cemiyeti üyeleri olan birkaç kişi 1906 yılının Eylül ayında Selanik’te OHC’yi kurmuştur.[15] Mustafa Kemal, OHC’nin kuruluşunun üzerinden yaklaşık bir yıl geçtikten sonra Makedonya’daki Üçüncü Ordu’ya atanınca Selanik’e yeniden –ve bu sefer özgürce- girme şansına sahip olmuştur. Selanik’e geldiği zaman gördükleri onu şaşırtmıştır. Kurduğu cemiyet, OHC’ye dahil olmuş ve bu konuda kimse Mustafa Kemal’i bilgilendir(e)memiştir. Bunun sebebi büyük ihtimalle Şam ve Selanik şubeleri arasında hiçbir şekilde iletişimin bulunmayışıydı. Mustafa Kemal’in gidişi Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’nin faaliyetlerini azaltmış veya büyük bir oranda durdurmuşken OHC ise kurulduğu andan itibaren etkin olarak faaliyet göstermiştir.[16] Mustafa Kemal bir süre kadar durduktan sonra Kazım Nami Duru’nun iddiasına göre 29 Ekim 1907’de, Karabekir’in iddiasına göre 1908 Şubat’ında OHC ile Terakki ve İttihad Cemiyeti’nin birleşmesiyle kurulan yeni İTC’ye katılmıştır.[17] İsmail Canbolat’ın ifadelerine göre, Mustafa Kemal onun bölüğündeydi.[18]

Peki, Mustafa Kemal İTC’ye üye olurken ne hissetmiş, ne düşünmüştü? Konu ile ilgili yazan bazı tarihçilere göre bu durum Mustafa Kemal’in ilerleyen yıllarda İTC’ye olan bakışını büyük oranda belirlemiştir.  Bu konuda özellikle Cumhuriyet’in erken yıllarındaki tarih anlatısı İTC liderlerinin Mustafa Kemal’in kurduğu cemiyeti gasp ettiğini, Mustafa Kemal’in geri plana atıldığını yazmaktadır.[19] Bu konuda net yorum yapabilmek için eldeki veriler yeterli olmasa da bir tablo çizilebilir ve Mustafa Kemal’in hem cemiyete girerken hem ilerleyen yıllarda İTC hakkında hissettiklerine dair tahmin yürütmek mümkün olabilir. En başta, Mustafa Kemal’in Selanik’e gelişinden sonra İTC’ye girmek konusunda neden bir süre beklediğinin anlaşılması gerekmektedir. Kazım Nami Duru’nun verdiği tarihten yola çıkılırsa; Mustafa Kemal’in İTC’ye girmek konusunda çok düşünmediği, kısa bir bekleyişin ardından İTC’ye katıldığı savı doğru kabul edilebilir. Ancak bu noktada Karabekir’in verdiği 1908 Şubat tarihinin kabul edilmesi halinde Mustafa Kemal’in birkaç ay kadar cemiyete girip girmemeyi düşünmüş olduğu anlaşılmaktadır. Bu da Mustafa Kemal’in cemiyete karşı şüpheci bir yaklaşımı olduğunu göstermektedir. Bunun dışında Ali Fuat Cebesoy tarih vermemekle birlikte Mustafa Kemal’in “Bu emrivâkii kabul zorunda kaldım.” dediğinden bahsetmektedir.[20] Mustafa Kemal’in İTC’ye 1907’ye yılında üye olduğunu iddia eden bir başka kaynak ise 1920 yılına ait İngiliz Yıllık Raporları’dır. Bahsi geçen rapora göre Mustafa Kemal 1907’de Selanik’te İTC’ye girmiş ve İttihadçıların fikirlerinin ateşli bir savunucusu olmuştur.[21] Bütün bu iddialar bir kenara, daha önemli olan tarih, Hakkı Baha Pars’ın verdiği tarihtir. Kızına yazmış olduğu mektuba göre, Mustafa Kemal, Hakkı Baha’nın evinde yemin törenine katılmıştır. Verdiği tarihse Kazım Nami Duru’nun söylediği tarihle aynıdır: 29 Ekim 1907.[22] Cebesoy’un aktarımına bakılacak olursa, Mustafa Kemal için İTC’ye katılmak bir zorunluluktu. Bu, muhtemelen meşrutiyetin ilanı için çabalanması gerektiğini düşündüğündendir. Ancak Atatürk’ün hislerine dair daha iyi tahminler yürütmemizi sağlayacak bir başka olay daha mevcuttur. Yemin töreninin gerçekleştiği evin sahibi Hakkı Baha’nın anlattığına bakılacak olursa, törende Mustafa Kemal sarsılmıştır. Bu sebeple onun İTC liderleri hakkında düşünceleri uzun bir süre boyunca bu olayın etkisi altında kalmıştır. Erik Jan Zürcher, Hakkı Baha’nın haklı olabileceğini düşünmektedir.[23] Bütün bunlar bir araya getirildiğinde, Mustafa Kemal’in gözünden durum nasıldı? Bir cemiyetin liderlerinden biriyken, eskiden Vatan ve Hürriyet’e katılmış arkadaşının evinde, kendi cemiyetine üye olmak zorunda kalmıştı.[24] Mustafa Kemal İTC liderlerini gaspçı olarak görmekte olsa bile, aynı zamanda İTC’yi de kendi partisi olarak görmüş olması ihtimal dahilindedir. Daha sonra değinileceği üzere, bu durum Mustafa Kemal’in ilerleyen yıllarda İTC’den ayrılmamasında etkili olmuş olabilir. İTC’yi sahiplenme sebepleri her ne olursa olsun, Mustafa Kemal Bey, devrim hedefi doğrultusunda çalışmaya, aşağıda görüleceği gibi, İTC içinde de devam etmiştir.

II. “Her Şey Devrim İçin” – 1908 Devrimi’ne Giden Süreçte Mustafa Kemal’in Hizmetleri

İTC’nin şube ve hücreleri 1876 Kanun-i Esasi’nin yeniden ilanı için kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten sorumluydu. Bu süreçte Mustafa Kemal Bey’in 1908 Devrimi için neler yaptığı üzerine veriler çok azdır. İTC arşivlerinin kaybolmasından ötürü -eğer kaydedilmişse- Mustafa Kemal Bey’in bu süreçte yaptıklarına dair kayıtlar yoktur. Ancak buna rağmen belli hatıratlardan yola çıkarak Mustafa Kemal’in faaliyetlerine dair tahminler yürütülebilir.

Bunlardan ilki irtibatı sağlamak, bir nevi ulaklıktır.[25] Mustafa Kemal’in ulaklık yaptığına dair iki anlatı mevcuttur. Bu anlatılardan birisi gelecekte “Hürriyet Kahramanı” namıyla ünlenecek olan İsmail Enver Bey’in (Enver Paşa) hatıralarında geçer. Yazılana göre Mustafa Kemal Bey, İTC yönetiminin Enver’e gönderdiği mektubu ulaştırmıştır.[26] Yine bir başka anlatıya göre, Mustafa Kemal Bey, Yakup Cemil isimli İTC üyesine mektup götürmüştür.[27] Bir diğer görev ise hem Atatürk tarafından Nutuk’ta hem Ali Fuat Cebesoy’un hatıratında aktarılmıştır. Bu olaya göre Serez’de bir binbaşı Abdülhamid idaresi hakkında kötü konuşmuş ve jurnallenmiştir. Bu jurnal hakkında araştırma yapılması için İstanbul’dan Kaimmakamı (Yarbay rütbesine denk) Nazım Bey gönderilmiştir. Büyük ihtimalle, bu soruşturmanın İTC’ye zarar verebileceğini düşünen İttihadçı liderler önlem almak amacıyla Nazım Bey’i vurdurtmuştur. Nazım Bey’in vurulmasından sonra bu konuyu soruşturmak üzere bölgedeki subaylardan Mustafa Kemal Bey görevlendirilmiş ve İTC, kendisinden binbaşıyı kurtaracak şekilde meselenin sonuçlandırılmasını talep etmiştir. Mustafa Kemal yaptığı soruşturmanın hürriyetçi binbaşının lehine sonuçlanmasını sağlamış ve raporunu sunduğu İbrahim Paşa’ya Serez Tümeni’nde padişah aleyhtarının olmadığını bildirmiştir. Gerçek ise rapordakinden tamamen farklıydı; tümen İttihadçı subaylarla doluydu.[28]

Devrime giden süreçte Mustafa Kemal’in İTC için ne yaptığına dair bir başka anlatı daha bulunmaktadır. Ancak bu anlatı bir iddiadan öteye gitmemektedir. Bu iddia Mustafa Kemal Bey’in propaganda faaliyetleri yürüttüğü doğrultusundadır. Lord Kinross’a göre, Mustafa Kemal Bey’in Makedonya demir yollarının müfettişliği görevini yürüttüğü sırada İttihadçılar bu görevin Selanik dışında propaganda yapmak için ne kadar önemli olduğunu bahane göstererek onu cemiyet için önemli bir konuma sahip olan bu şehirden uzaklaştırmıştır.[29] Gerçekten bir uzaklaştırma niyetinin olduğunun düşünülmesi için hiçbir neden yoktur. 1908 Devrimi üzerine detaylı bir çalışma ortaya koymuş olan Aykut Kansu, subayların propaganda çalışmaları yaptığından bahsetmiştir.[30] Daha sonra, aşağıda değinileceği üzere, Mustafa Kemal Bey’in devrim sonrası süreçte birçok kez propaganda yaptığı kesindir. Hatta bu propaganda faaliyetleri üst düzey bazı askeri yetkililer tarafından hoş karşılanmamıştır. Bu yüzden devrim öncesinde de aynı faaliyetlerde bulunmuş olduğunun düşünülmesi için yeterli gerekçeler vardır.

Mustafa Kemal’in de dahil olduğu birçok İttihadçının –ve diğer cemiyetlerin- çabasıyla 23 Temmuz 1908’de II. Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle 1908 Devrimi gerçekleşmiştir. Devrimden sonra Eyüp Sabri, Resneli Niyazi, İsmail Enver[31]  ve hatta Mustafa Kemal’in arkadaşı Ali Fethi Beyler “Hürriyet Kahramanı” olarak anılmakta, şarkılarda onların isimleri geçmekteydi.[32] Mustafa Kemal Bey en başta Hürriyet Kahramanı olarak Enver Bey’in ön planda olmasını desteklemiş ve bu görüşünü Talat Bey’e bildirmiştir.[33] Öte yandan Mustafa Kemal Bey devrimden sonra kahraman olarak anılmamış İttihadçı subaylar arasındaydı. Peki, Mustafa Kemal’in bunu yapabilme imkanı var mıydı? Zürcher’e göre bu imkansızdı. Sabri, Niyazi ve Enver Beylerin aksine komutasında bir birlik yoktu. Bu üç subay gibi dağa çıkamamış olması en baştan onun kahraman olmasını engellemiştir.[34] Aşağıda daha detaylı değinileceği üzere, aslında Mustafa Kemal ilerleyen yıllarda  “Hürriyet Kahramanı” unvanı ile mücadele etmiştir.

Mustafa Kemal Bey “Hürriyet Kahramanı” olarak anılmamış olsa da bu, onun tamamen adı duyulmamış bir İttihadçı olduğu anlamına gelmemektedir. Meşrutiyetin ilanından önceki süreçte Talat Bey ile tanışmış ve yetenekleriyle kendini kanıtlayarak ileride Talat tarafından cemiyet için önemli bir göreve gönderilmiştir. Bunun dışında, Cebesoy’un aktarımına göre Ali Fethi Bey, Mustafa Kemal Bey’in Selanik’e atandığı haberini henüz onu tanımamakta olan Binbaşı Cemal Bey’den (sonrasında Cemal Paşa) almıştır. Hatta Cebesoy, Talat ve Evrenoszade Rahmi Beylerin bu haberi yaydığını düşünmektedir.[35] Bunun sebebi, muhtemelen, Mustafa Kemal’in kurduğu Selanik şubesindekilerin OHC’ye katılması sayesinde cemiyetteki bazı kişilerce adının duyulmasının sağlanmasıdır.[36] Mustafa Kemal Bey’in İTC’ye olan, ancak fazla bir ün kazandırmamış bir hizmeti daha vardır: M. Kemal Bey, İTC’nin Suriye şubelerinin kurucusu sayılmaktadır. Zira Vatan ve Hürriyet’in Suriye şubeleri devrimden sonra İTC şubelerine dönüşmüştür.[37] Mustafa Kemal Bey’in bu şubeleri kurması ona bir yarar sağlamamışken Enver Bey için aynı durum geçerli değildir. O, devrime büyük bir katkıda bulunmuş olan Manastır şubesini kurmuştur.[38] Bütün bunları değerlendirecek olursak Mustafa Kemal’in devrim için bir kahramana dönüşmesi asla mümkün değildi. Çünkü ne cemiyetin ilk üyeleri arasındaydı, ne de devrime katkıları kendisine ün kazandıracak ölçüdeydi. Diğer kahramanların aksine komutasında dağa çıkartacağı bir silahlı birlik bile yoktu. Ancak Mustafa Kemal Bey, devrimin kahramanı ol(a)mamasına rağmen vazgeçmemiş ve ileride de görüleceği üzere, bir taraftan kendisini Parti’ye adarken aynı zamanda önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çalışmıştır. İzleyen bölümde yer verilecek olan Trablusgarp misyonu ve 31 Mart Vakası’nda oynadığı rol kendisinin Parti içindeki belli bir süre devam eden- aktifliğinin ve deyim yerindeyse, adanmışlığının göstergesi olarak okunmalıdır.

III. Devrimin Zaferi İçin Çalışmaya Devam Eden Bir Parti Mensubu: Devrim’den 31 Mart İsyanı’na Kadar Olan Faaliyetleri

Devrimden hemen sonra Mustafa Kemal Bey’in neler yaptığına dair veriler, Trablusgarp’a gidişine kadar olan dönem için yok denilecek kadar azdır ve yoruma açıktır. Devrim öncesinde yaptığı propaganda faaliyetlerine devam ettiği düşünülebilir. Dönemin Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi (Genelkurmay Başkanı) Ahmed İzzet Paşa, hatıratında Kolağası Mustafa Kemal Bey’i III. Ordu’nun kaynamasından sorumlu olarak gösterir. Bunun sebebi, M. Kemal Bey’in propaganda faaliyetleridir. Mustafa Kemal Bey, o sıra gerçekten İTC’nin fikirlerinin propagandasını mı yapmaktaydı, yoksa kendi fikirlerini mi  yaymaya çalışmaktaydı? Bu konuda net bir şey söylemek mümkün değildir. Zira Ahmed İzzet Paşa’nın aktarımına göre 1909 Ağustos’unda[39] askeri tatbikat için bölgeye giden Alman Colmar von der Goltz, İstanbul’a döndüğü zaman ona III. Ordu’nun bir “Askeri Cumhuriyet” haline geldiğini söylemiştir.[40] Bu aktarım, Devrim’in hemen akabinde Mustafa Kemal Bey’e verilen Trablusgarp misyonundan sonrası için geçerlidir. Meşrutiyetin ilanıyla gelen özgür ortam sayesinde Mustafa Kemal Bey rahatça propaganda yapabilmek için uygun imkanlara kavuşmuştu. Aşağıda görüleceği üzere, Trablusgarp’taki görevlerinden birisinin propaganda olduğu düşünülürse onun İTC’nin propagandacılarından birisi olduğunu söylemek mümkündür. Mustafa Kemal Bey, Devrim sonrasında, pek de ünlü olmamasına rağmen, en azından propaganda alanı olan ordu içerisinde adını duyurabilmiş saygın bir İttihadçıydı.[41] Buna ek olarak, yine devrim sonrasında Mustafa Kemal Bey, Selanik Merkez-i Umumisi üyelerinden birisi olmuştur.[42] Devrim sonrası dönemde Mustafa Kemal Bey’in yürüttüğü faaliyetler arasında en çok öne çıkanlar, daha doğrusu hakkında bugün için bilgi sahibi olunanlar, Trablusgarp’ta yeni düzenin tesisi ile 31 Mart Vakası sırasında yürüttüğü Harekat Ordusu Kurmay Başkanlığı görevleridir.

Devrim’in gerçekleşmesinden bir süre kadar sonra önce Talat Bey tarafından kendisine gönderilen bir mektupla Trablusgarp’a gitmesi gerektiği bildirilmiştir.[43] Mektubun gönderilmesinden kısa bir süre sonra ise Merkez-i Umumi tarafından Mustafa Kemal Bey’in kendisine, gerektiğinde kullanması için bin altın verilmiş ve Trablusgarp’a gönderilmesine karar verilmiştir. Daha sonra detaylı bir şekilde ele alınacağı üzere, Mustafa Kemal Bey görevi kabul etmek konusunda tereddüt etmişse de biraz düşündükten sonra bu görevi kabul etmiştir.[44] Eylül 1909’da Trablusgarp’a varan[45] Mustafa Kemal ilk iş olarak kalacak bir yer aramış, önce bir teğmenin evinde kalıp sonra Recep Paşa’nın konağına yerleşmiştir.[46] Mustafa Kemal Bey Trablusgarp’ta bu andan itibaren görevlerini tamamlamaya başlamıştır. İlk olarak, eski rejimin görevlilerinden ve bölgedeki tüm güce sahip konumdaki belediye başkanı Hâsune Paşa’yı genç subaylara yakalattırıp önüne getirtmiştir. Mustafa Kemal Bey, Hâsune’ye şartlar sunmuş ve bunları kabul etmesi üzerine onu serbest bırakmıştır.[47]

Mustafa Kemal Bey, Hâsune sorununun ortadan kaldırılmasının ardından bölgedeki Osmanlı birliklerinin müdahil olmadığı eski rejim yanlısı yerel memurların önderliğindeki isyanı bastırmaya karar vermiştir. Bu isyancılar şehirde bulabildikleri Jön Türkleri gemiye bindirip Trablusgarp’tan atmış ve aynısını Mustafa Kemal’e yapmayı kararlaştırmışlardı.[48] Bunun üzerine, yanına sadece iyi derece Arapça bilen yaverini alarak isyancıların toplandığı camiye giden M. Kemal Bey, camide isyanın liderleriyle konuştuğunda bu devlet memurlarının yeni rejim tarafından görevden alınıp menfaatlerinin kaldırılmasından korkan kişiler olduklarını öğrenmiştir. Onlara makamlarının korunacağını garanti etmiş, ancak bir şart koşmuştur: İsyancıların peşinden giden halkla bizzat konuşacaktı.[49] Mustafa Kemal, teklifinin kabul edilmesinden sonra bir şeyhin zaviyesine giderek onlarla eski rejimin ideolojisi olan pan-İslamizm esaslarına uygun şekilde konuşmuştur.[50] Bu konuşmanın ardından zaviyenin şeyhi kendisine kim olduğunu sorunca Mustafa Kemal Bey, Merkez-i Umumi tarafından verilmiş olan yetki belgesini uzatmış ancak şeyh belgeyi tanımadığını söylemiştir. Daha öncesinde İTC tarafından bu amaçla gönderilmiş üç kişinin de şeyh tarafından zindana atıldığını öğrenen Mustafa Kemal Bey, nihayet kendi iletişim becerilerini kullanarak onu ikna etmeyi başarmış ve diğer İttihadçıların geri gönderilmesini sağlamıştı.[51] Bundan sonra Mustafa Kemal Bey, Trablusgarp’ta kendisine verilen diğer görevleri yerine getirmeye başlamıştır. Selanik’te ordu içerisinde gerçekleştirdiği propagandanın benzerini bu sefer Müslüman Trablusgarp halkına yapmıştır. Osmanlılığı, birlik ve beraberliği vurgulamış; İttihadçıların şeriata, saltana düşman olmadığını, İTC’nin programını anlatmıştır.[52] Bunun dışında İTC’nin adını almış olan bir cemiyete müdahale ederek bu ismin sadece Selanik merkezli İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne ait olduğunu bildirmiş ve cemiyetin isminin değiştirilmesini sağlamıştır.[53] Bunları yaparken Trablusgarp İttihad ve Terakki Kulübü’nü güçlendirmeye, bölgedeki Jön Türkleri ve eşrafı buraya çekmeye çalışmıştır.[54] Bunda belli bir ölçüde başarı elde etmiş olan Mustafa Kemal Bey, daha sonra Trablusgarp’taki yerel milis kuvvetlerinin yeniden düzenlenmesini sağlamıştır.[55] Bunlara ek olarak, Mustafa Kemal Bey sivil devlet görevlilerinin ve askerlerin meşrutiyete bağlılık yemini etmesini sağlamakla da görevliydi. Bu sebeple Trablusgarp garnizonuna ant içtirmiştir.[56]

Son olarak Mustafa Kemal, Trablusgarp’ta İtalyan sirkinde geliri İTC’ye teslim edilecek bir gece düzenlemiştir. Sirk gösterisi başlamadan önce yaptığı konuşmasında Mustafa Kemal Bey, Osmanlıcılığı vurgulayarak radikal bir tutum içerisinde anayasayı savunmuştur.[57] Trablusgarp’tan sonra Bingazi’ye giden Mustafa Kemal Bey, burada önceki görevlerinin aynısını gerçekleştirmiş, bunun dışında bölgede Şeyh Mansur adında büyük bir güç sahibini ortadan kaldırmıştır.[58]

Mustafa Kemal Bey bu görevin kendisine teklif edildiği zaman, bu iş için kendisinin seçilmesinin sebebinin, Selanik’ten uzaklaştırılmak istenilmesi olduğunu düşünmüştür. Böyle düşünmesinin nedeni, bu kararın Mustafa Kemal’in düzenli olarak katıldığı gece düzenlenen Merkez-i Umumi toplantılarından birinde değil; erken saatlerde, onun katılmadığı bir toplantıda alınmış olmasıdır. Buna rağmen görevin önemli olduğuna karar vermiştir.[59] Trablusgarp’ta ise üç İttihadçının ondan önce gelip alıkonulmasından sonra aldatıldığını, ölüme gönderildiğini düşünmüştür.[60] Mustafa Kemal’in, devrimin öncesinde ve sonrasında İTC’nin hedeflerine ve bazı yöntemlerine karşı eleştirilerde bulunmuş olması nedeniyle uzaklaştırılmasına karar verildiğine yönelik bir görüş mevcuttur. Peki, bu ne kadar doğrudur? Mustafa Kemal Bey’in Trablusgarp’a gönderilmesindeki saik, onu ölüme göndermek miydi? Yoksa gerçekten önemli bir görev için mi seçilmişti? Bu kısım yoruma açıktır. Bu sorulara cevap verebilmek için Trablusgarp’taki durumu değerlendirmek gereklidir. Peki, Trablusgarp’ta durum nasıldı?  Trablusgarp’ın çok sevilen valisi Recep Paşa[61] Harbiye Nazırlığı görevini üstlenmek için İstanbul’a gitmiş ve giderken yerine vekaleten halkın nefret ettiği Bekir Sami Bey’i bırakmak istemiştir.[62] Bu, halkı sinirlendirmiştir ve bunun üstüne yerel halk, zaten meşrutiyetin ilanıyla beklediği genel affın gerçekleşmemiş olması nedeniyle ayaklanmıştır.[63] Recep Paşa gibi Trablusgarp’ı kontrol edebilecek bir adamın yokluğu bölgeyi istikrarsız kılacak olmakla birlikte başka tehlikeler de ufukta gözükmekteydi: Belediye Başkanı Hâsune Paşa Trablusgarp’ı elinde tutmaktaydı ve gelecekte İtalyanlara şehri teslim etmesinden[64] yola çıkılacak olursa, belki de kendisinin İtalyanlarla olan ilişkilerinden şüphelenilmiştir. Nitekim İtalyanlar çok uzun zamandır Trablusgarp’ı işgal etme niyetindeydi.[65] Halk, İTC hakkında farklı düşünüyordu; onların “putperest”, “gavur”, “şeriat düşmanı” oldukları yönünde genel bir algı mevcuttu. Bölgede devrimden sonra bir İttihad ve Terakki Kulübü açılmamıştı. Devlet görevlilerinin yeni anayasa üzerine yemin etmesi ise hâlâ beklemekteydi. Jön Türklerin bir kısmı Trablusgarp’tan kovulmuştu. İTC için sembolik bir öneme sahip olan Trablusgarp’ta[66] süren bu kaos ve anarşi ortamına müdahale edilmesi zorunluluk halini almıştı. Yukarıda yazıldığı üzere, Mustafa Kemal burada yazılan tüm problemlere yönelik önlemler almış, eylemler gerçekleştirmiştir. Böyle önemli bir görev için sadece eleştirileri olan bir kişiyi öldürtmek amacıyla bölgeye yollamak zaman kaybı olduğundan, yukarıda belirtilen ölüme terk etme iddiası pek mantıklı gözükmemektedir.

Trablusgarp’taki görevin son derece mühim olduğu belliydi. Mustafa Kemal Bey de bu görevin ne kadar önemli olduğunu anlamış bulunmaktaydı. Ancak görevin önemli olması hâlâ Mustafa Kemal Bey’in uzaklaştırılıp uzaklaştırılmadığı sorusuna cevap vermek yönünden yetersizdir.  M. Kemal Bey yerine başkası görevlendirilemez miydi? Neden o seçilmişti? İTC içerisinde bu konunun tartışılıp tartışılmadığı, İTC arşivlerinin yokluğundan ötürü belirsizdir. Ancak görevin kapsamına bakıldığında, görev için gerekli olan kişinin özellikleri için bir çıkarımda bulunulabilir. Öncelikle bu coğrafyada yaşayan halkın büyük oranda Arap olduğu düşünülürse Arapları iyi tanıyan birisi gerekliydi. Mustafa Kemal Bey’in Şam’dan Akabe’ye kadar Arap coğrafyasını görmüş bir asker olmasından ötürü, kendisinin bu görev için uygun seçeneklerden birisi olarak görülmüş olması mümkündür,[67] ancak görevin kapsamına bakılacak olursa, bu sebep de tek başına yetersizdir. Halkı ikna edebilecek, hitabeti iyi, ateşli bir propagandacı büyük bir ihtiyaçtı. Hem Trablusgarp’taki konsoloslar tarafından kabul edildiği hem de hayatının ilerleyen yıllarında görüleceği üzere, Mustafa Kemal Bey iyi bir hatip ve konuşmacıydı, halkı etrafına toplayabilmekteydi.[68]

Trablusgarp’ta hüküm süren anarşi karşısında etkili bir şekilde mücadele edecek birisinin görevlendirilmesi şarttı. Mustafa Kemal ile bizzat görüşmüş olan Britanya Konsolosu Alvarez’e göre,[69] o, bu sorun için gerekli özellikleri karşılamaktaydı. Trablusgarp’ı gerçekleşmesi olası bir İtalyan işgaline karşı hazırlamak gerekmekteydi. Daha önceden Abdülhamid rejiminde seraskerlik tarafından hazırlanan plana uygun olarak Trablusgarp’ın kendi kendini savunması hedeflendiği ve bu savunma için yerel milis güçlerine büyük bir görev düştüğü düşünülürse[70] yerel halktan oluşan bu yarı-düzenli birliklerin yeniden düzenlenmesi bir zorunluluktu. Böyle bir görev için piyade sınıfından çıkmış bir asker[71] ve aynı zamanda “Erkan-ı Harp” subayı olan Mustafa Kemal Bey’in seçilmesi uygundu. Son olarak, İTC henüz bölgede yerleşikleşememişti ve böyle bir görev için bu konuda tecrübe sahibi bir ismin görevlendirilmesi elzemdi. Vatan ve Özgürlük Cemiyeti’nin şubelerini Suriye’nin çeşitli vilayetlerinde açmış olan Mustafa Kemal Bey, bu konuda da kendini kanıtlamıştı. Aynı zamanda insanları bu kulüplere üye olmak için ikna edebilecek iletişim becerilerine sahipti. Bütün bu veriler bir araya getirildiğinde, Mustafa Kemal Bey bu görev için gerekli niteliklere sahip olan yetkin bir asker olarak karşımıza çıkmaktadır. Trablusgarp için seçilmesinde etkili olan da yüksek ihtimalle onun bu vasıfları ve kabiliyetleriydi.

Yine de Mustafa Kemal Bey’in uzaklaştırılmış olması da ihtimaller arasında yer almaktadır. Ancak bunun İTC yönetiminin isteğiyle değil ordunun talebiyle gerçekleşmiş olması daha olasıdır. İsmail Enver, Ali Fethi ve Hafız Hakkı Beyler Hürriyet Kahramanı olarak anılmalarına rağmen bir süre sonra, 1909’da Avrupa ülkelerine askeri ateşe olarak gönderilmişlerdir. Hatta devrim için diğerleri kadar katkıda bulunmamış olan Ali Fuat Bey İtalya’ya askeri ateşe olarak gönderilmiştir.[72] Ahmed İzzet Paşa hatıratında İsmail Enver, Hafız Hakkı, Ali Fethi Beylerin askeri ateşe olarak görevlendirilmelerinin sebepleri arasında onları siyasetten uzak tutulmaları amacını de zikretmektedir.[73] Bu bulgulara bakılacak olursa, Mustafa Kemal Bey’in gönderilmesinin sebebinin bu olduğunu söylemek mümkündür, ancak mevzubahis görevin çok uzun sürmediği de unutulmamalıdır. Aynı zamanda İzzet Paşa, Mustafa Kemal Bey’in III. Ordu’daki etkisini, bu üç subayın askeri ateşe olarak gitmelerinden sonra öğrenmiştir.[74] Buna rağmen Mustafa Kemal Bey’in görev programının bir kısmının askeri görevlerden oluştuğu düşünülürse İTC ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay) tarafından ortaklaşa alınmış bir kararla gönderilmiş olması da muhtemeldir. Trablusgarp görevinin Mustafa Kemal Bey’e verilişinde onu uzaklaştırma amacı güdüldüğünü düşünmek için pek güçlü nedenler yoktur. Aksine, Mustafa Kemal Bey bir Merkez-i Umumi üyesi olarak saygın ve zorlu bir görev almıştır. Trablusgarp’a gidişi bazı Osmanlı gazetelerine yansımıştır.[75] Mustafa Kemal Bey, Trablusgarp ve Bingazi’de[76] yaptıklarıyla bölgede İTC’nin güçlenmesi için çabalamıştır.

Mustafa Kemal Bey, görevini tamamlayıp Selanik’e gemi yolculuğuyla döndükten sonra burada 17. Redif Tümeni’nin kurmay başkanlığına atanmış ve askerlerin eğitimine odaklanmaya başlamıştır.[77] Mustafa Kemal Bey’in tayininin gerçekleştiği günlerde Hürriyet kahramanları olarak anılan Enver, Hafız, Fethi Beyler Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’nin emriyle hem askeri yönde gelişmelerini sağlamak hem de siyasetle ilgilerini kesmek için imparatorluktan uzaklaştırılmışlardır.[78] Mustafa Kemal askeri görevine ve Merkez-i Umumi toplantılarına, yani kısaca kendi sıradan hayatına döndükten sonra İstanbul’da durumlar değişmiştir. 12 Nisan’ı 13 Nisan’a bağlayan gece Osmanlı hükûmetinin aldığı tüm önlemlere rağmen ordu içerisinde bir isyan başlamıştır. Askerler ayaklanıp komutanlarını ya öldürmüş ya da tutuklamışlardır. Bir anda İstanbul’da İttihadçı ve meşrutiyet karşıtı bir askeri darbe gerçekleşmiştir. Bunun üzerine birçok İttihadçı mebus ve lider İstanbul’dan uzaklaşmak zorunda kalmıştır.[79] Bu olayın gerçekleşmesinden kısa bir süre sonra Selanik’teki III. Ordu darbeyi bastırmak için asker göndermiştir.

Yusuf Hikmet Bayur’un Atatürk’ün ağzından (kendi yorumunu da kattığı) aktarımına göre Hüseyin Hüsnü Paşa’ya damadı ve İttihadçı lider Evrenoszade Rahmi Bey’den “Ada’dayız ve cümlemiz sıhhatteyiz.” denilen bir telgraf gelmiştir.  Paşa bu telgraftan şüphelenmiş ve bunun üzerine kurmayı Mustafa Kemal Bey’e telgrafı göstermiştir. Mustafa Kemal tıpkı Paşa gibi telgraftan şüphelenince Selanik’e gönderilen tüm telgrafları inceleyip meşrutiyetin tehlikede olduğunu anlamasının üzerine Hüseyin Hüsnü Paşa ile görüşmüş, Paşa’ya derhal bir askeri kuvvet gönderilmesini önermiştir. Mahmud Şevket Paşa’yı da yine bu konuda kendisi ikna etmiştir. Merkez-i Umumi’nin bu işe karışmasına ise karşı çıkmıştır. Hareket Ordusu, tamamen onun sayesinde kurulmuş hürriyetçi bir ordudur.[80] Bu anlatı büyük oranda konuyla ilgili Türk tarih yazımını etkileyecektir. Ancak bu versiyonu eleştiren başka bir versiyona göre, Hareket Ordusu’nun kuruluşu Mustafa Kemal Bey sayesinde olmamıştır. Buna göre darbenin başlamasından itibaren İttihadçılar İstanbul dışında propagandaya başlamış ve halkın desteğini almıştır. İttihadçılar halkla görüşürken Merkez-i Umumi III. Ordu kumandanlarıyla İstanbul’a ordu gönderilmesi için toplantılara başlamıştır. Bu toplantıların sonunda III. Ordu’nun başında bulunan Mahmud Şevket Paşa isyanı bastırmayı kabul etmiştir.[81] Bu versiyonun yazarı Aykut Kansu’ya göre Mustafa Kemal Bey, III. Ordu’daki basit bir subaydan fazlası değildir.[82]

Mahmud Şevket Paşa

Ne resmi tarih ne de onun eleştirisi üzerine kurulu tarih anlayışı Mustafa Kemal Bey’in buradaki rolünü tam olarak incelemiştir.[83] Mustafa Kemal Bey gerçekten tek başına Mahmud Şevket Paşa’yı ikna etmemiş olabilir ancak bu, kanımca onun paşayı ikna ettiği yönündeki ifadesinin tamamen yanlış olduğu anlamına gelmemelidir. Mustafa Kemal Bey’in bir Merkez-i Umumi üyesi olarak III. Ordu yetkilileri ve İTC arasındaki görüşmelere katılmış olması ihtimal dahilindedir. Kendisinin bir III. Ordu mensubu olduğu hatırlandığında askeri konularla ilgili olan bu toplantılardan en azından birisine davet edilmiş olması muhtemeldir. Örneğin, Mustafa Kemal Bey devrimden sonra genç bir subay olarak Mahmud Şevket Paşa’nın selefi İbrahim Paşa’nın geleceğine karar verildiği toplantıların bir parçası olmuştur.[84]

Mustafa Kemal Bey bu görüşmelerin sonunda Mahmud Şevket Paşa’yı ikna etmiş ya da ikna edenlerden birisi olmuş olabilir. O, bu görüşmelerin bir parçası olmasa dahi isyanı bastırmak için giden ve adı bizzat kendisi tarafından “Hareket Ordusu” olarak koyulan ordunun ilk nüvesinin kurmay başkanı olarak atanmıştır.[85] O dönem Selanik’te olan ve Hareket Ordusu’nda görev yapan Kazım Özalp, hatıratında Mustafa Kemal Bey’in askeri kulüpte arkadaşlarına çözüm olarak bir ordunun gönderilmesi gerektiğini söylediğini aktarmaktadır.[86] Hareket Ordusu tam olarak bu şekilde kurulmamış olsa dahi kuruluşunda bu görüşün propagandalarının yapılması etki göstermiş olabilir. Mustafa Kemal Bey İTC üyesi olmasına rağmen askerlerin siyasetle ilgilenmemesi, İttihadçı siyasetçilerin ise orduya karışmaması gerektiğini savunmuştur. Bu düşüncenin sebebi, askeri siyasetten ayırmaktır.[87] Ancak tek sebep olarak bu görülmemelidir. Nitekim ideolojik duruş, tam da darbe yapıldığı dönemde ordu içinde ciddi bir çatışmaya ve bölünmeye sebep olabilirdi. Sonrasında görüleceği üzere İTC’ye muhalif olan bir subay grubu ileride ortaya çıkacaktır. Mustafa Kemal Bey’in o düşüncesinde bu durumun etkili olmuş olması muhtemeldir. Buna rağmen Zekeriya Türkmen kaynak göstermeden İttihadçıların bu sebeple Mustafa Kemal Bey’in kurmay başkanlığına karşı olduğunu yazmaktadır.[88] Hareket Ordusu İstanbul’a doğru giderken Mustafa Kemal Bey’in adı biraz daha duyulmuştur. Mesela İttihadçı gazeteci Süleyman Nazif Bey yazdığı makalede “III. Ordu’nun kahramanlarından”[89] Mustafa Kemal’i gördüğünden bahsetmiştir.[90] Yine, örneğin, muhalif İkdam gazetesi onun Avusturya sefaretine göndermiş olduğu telgrafı yayınlamıştır.[91] Dönemi inceleyen eserlere[92] ve bazı hatıratlarla biyografilere göre Enver Bey Berlin’den gelerek kurmay başkanlığı görevini kendisi üzerine almıştır.[93] Ancak Türkmen bazı belgeler ve hatıratlar dolayısıyla bunun olmadığını açıklamaktadır. Mustafa Kemal Bey’in kurmay başkanlığı yapmakta olduğu I. Mürettep Fırka’daki[94] görevinin devam ettiğini ve Enver Bey’in başka bir birlikte kurmay başkanı olabileceğini yazmaktadır.[95] 24 Nisan’da İstanbul’a girmiş olan Hareket Ordusu, ertesi gün öğleden sonraya kadar süren çatışmaların sonunda isyanı bastırarak tutuklamalara başlamıştır.[96]

Resmi tarih anlatısının iddiası, Mustafa Kemal’in Hareket Ordusu’nun kahramanı olarak ön plana çıkışının, Enver Bey’in kurmay başkanı olması yüzünden engellendiği yönündedir.[97] Bu doğru bir yorum olmasına rağmen bu konuda bir kasıt aranması yanlıştır. Mustafa Kemal Bey Hareket Ordusu’nda, Enver Bey’in gelişinden sonra dahi geri plana atılmamıştır.[98] Ancak buna rağmen isyanın bastırılmasındaki rolü bazı subaylar kadar ön planda değildir. Bunun sebebi Hareket Ordusu’na sonradan “Hürriyet Kahramanları” Enver, Fethi ve Hafız Beylerin[99] katılmasıdır. Bu üç subay kadar üne sahip ol(a)maması Mustafa Kemal’i onların gölgesinde bırakmıştır.

Trablusgarp misyonu Mustafa Kemal Bey’in kariyer eğrisindeki yükselişine işaret ederken, 31 Mart Vakası sonrasında bu yükselişin bir süre için durduğu söylemek mümkündür. Bu anlamda, yeni düzenin tesisinde önemli bir dönüm noktası olan isyanın bastırılması hadisesi sonrasında, esasen başlangıçta önemli bir rol üstlenen M. Kemal Bey’in potansiyel olarak elde edebileceği yükselme fırsatını daha sonraları kaybettiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde M. Kemal Bey’in, konjonktürün de etkisiyle, dikkatini askerlik görevine yoğunlaştırdığı ve dolayısıyla muhalefetine de bu zemin üzerinden devam ettiği görülmektedir. Döneme damgasını vuran olaylar Trablusgarp Müdafaası ile Balkan Harbi’dir.

 

IV. Trablusgarp’tan Sofya’ya: Mustafa Kemal’in Pasifize Edilişi

Mustafa Kemal, isyanın bastırılmasının ardından bir süre daha İstanbul’da kalmış, sonra Selanik’e dönmüştür. Eylül ayında ise İTC’nin 1909 Kongresi gerçekleşmiştir. Daha sonra detaylı bir şekilde inceleneceği üzere, Mustafa Kemal Bey bu kongreye Trablusgarp delegesi olarak katılıp ordunun siyasetle olan bağlantısını kesmesinin gerektiğini savunmuştur.[100] Kongreden sonra Mustafa Kemal’in siyaset yerine askerliğe sarıldığı ve siyasi konulardan uzak durmuş olduğu gözlenmiştir.[101] Eldeki verilerin sınırlılığı bu durum hakkında karşıt bir fikrin ortaya atılmasını engellemektedir. Buna rağmen Mustafa Kemal Bey’in 1910 yılında hâlâ önde gelen İttihadçılarla temas halinde olup onların toplantılarına katıldığını gösteren bir anı da mevcuttur.[102] Yusuf Hikmet Bayur’un iddiasına göre Mustafa Kemal Bey 1913’e kadar Selanik Merkez-i Umumisi üyesiydi.[103] Eğer bu iddia doğru ise, Mustafa Kemal Bey’in Selanik’teki İTC toplantılarına katılmaya devam etmiş olması ihtimal dahilindedir.

Mustafa Kemal Bey’in siyaseten aktif olmadığı bir dönemde İtalya, 29 Eylül 1911’de Osmanlı İmparatorluğu’na savaş açmış ve Trablusgarp’a çıkarma harekatı gerçekleştirmiştir.[104] Bunun üzerine İsmail Enver Bey, aralarında Mustafa Kemal Bey’in de bulunduğu onlarca İttihadçı fedai subayı imparatorluğun uzaktaki bu toprak parçasının müdafaası için çağırmış ve onların da çoğunluğu bu çağırıya “coşkuyla” yanıt vermiştir.[105] Mustafa Kemal Bey, bu çağrıya olumlu yanıt veren birçok subayın arasındadır. Ama onun yanıtının coşkulu olup olmadığı bir muamma haline gelmiş bulunmaktadır. Falih Rıfkı Atay, yıllar sonra Atatürk’e neden Trablusgarp’a gittiğini, herhangi bir başarı umup ummadığını sorduğu zaman “Enver gittiği için” cevabını almıştır. Çankaya eserinde bu sefer daha farklı bir cevap yazmış, Atatürk’ün ona “Hayır (…) Fakat Enver ve arkadaşları gideceklerdi. Halk gitmeyenleri vatanseverlik görevini yapmamış sayacaktı. Sizin kahramanlığınız lafta, diyecek olanlar da çoktu” dediğini aktarmıştır.[106] Sonrasında Atay, bunun Atatürk’ün Enver ile girişmiş olduğu rekabetten kaynaklandığı yönündeki yorumuna yer vermiştir. Ona göre, Atatürk, Enver’in gerisinde kalmamak için ölümü bile göze almıştır.[107] Ancak hem bu sözlerin hem yorumun ne kadar gerçekçi olduğu tartışmaya açıktır. Mustafa Kemal Bey’in Enver Bey’i takip eden fedai subaylardan biri olduğu kabul edildiği takdirde, “Enver gittiği için” cevabının rekabetten ziyade görev ve uyumu çağrıştırdığını söylemek de mümkündür.[108] Verilen cevap ve Falih Rıfkı’nın yorumu Mustafa Kemal Bey’in coşkulu olduğuna dair hiçbir iz taşımamaktaysa da, Mustafa Kemal Bey’in o sıralarda yazdığı bazı mektuplar onun aslında diğer Fedai subaylarla aynı duygulara sahip olduğunu göstermektedir. M. Kemal Bey, Fuad Bey’e yolladığı mektupta “Vatanı kurtarmak için şimdiye kadar olduğundan fazla gayret ve fedakarlık elzemdir.” diye yazmıştır.[109] Salih Bey’e yolladığı mektupta ise Klaus Kreiser’in ifadesiyle “coşkulu bir kamp tasviri” yapmıştır.  Vatanın parçası olarak gördüğü Trablusgarp Vilayeti’nde Osmanlı idaresi tamamen kurulana dek savaşılması gerektiğinden, Viyana’ya ulaşan Türk ordusunun gücünü bir kez daha göstermekten bahsetmiştir.[110] Bu ifadelerin hepsi Mustafa Kemal Bey’in Trablusgarp’a son derece vatansever duygular içerisinde gitmiş olma olasılığını işaret etmektedir. Fortna’nın ifadesiyle o, yapılan çağrıya “coşkuyla yanıt veren” subaylardan birisiydi. Aynı zamanda Trablusgarp’ın savunulması İTC’nin 1912 kongresinde alınmış bir karardı. Bölgeye giden subaylar parti politikası dahilinde orada bulunmaktaydı.[111] Bu “coşku” meselesi, Mustafa Kemal Bey’in İttihadçılarla olan ilişkisinin bir uyum ve gönüllülük mü yoksa karşıtlık ve gönülsüzlük mü arz ettiğini göstermesi bakımından, konunun genel akışı içerisinde önemli bir yeri haizdir.

Trablusgarp’ta İttihadçı subayların giriştiği bu direnişin takdir edilmesi için Meclis-i Mebusan’da Bingazi Mebusu Yusuf Şavtan bir teklif vermiştir. Teklifte takdir edilen subaylar Enver, Ali Fethi, Halil ve Aziz Ali Beylerdir. Yıllar sonra bu olaya ilişkin değerlendirmelerinde Bekir Tünay bu durumu “hazin” olarak nitelerken.[112] Gawrych, “Belki de potansiyel bir rakibin resmi olarak takdir görmesini engelleyen Enver olmuştu.” demiştir.[113] Aslında bu olayda Enver Bey’in herhangi bir müdahalesinin olmaması da ihtimal dahilindedir. Nitekim, daha önce M. Kemal Bey’in Hareket Ordusu’nda yeterince ünlenememesinin sebebi bu tarz bir engellemeden ziyade Enver Bey’in diğer isimleri gölgede bırakan ün ve karizmasıydı. Tünay diğer İttihadçı subaylardan bahsediliyorken M. Kemal Bey’in adının neden geçmediğini sormuştur.[114] Bunun sebebi M. Kemal Bey’in Derne Cephesi’nde Enver ile beraber bulunmasıydı.[115] Ek olarak, adı geçmemiş olan başka önemli cephe kumandanları da mevcuttur.[116] Öte yandan, Mustafa Kemal Bey’in İTC içerisindeki siyasi ortağı Ali Fethi Bey’in takdir edilen isimler arasında yer alması da dikkat çekmektedir. Bununla birlikte Trablusgarp’tan döndükten sonra Enver Bey, Mustafa Kemal’in hizmetlerini takdir ettiği bir rapor sunmuştur.[117] Aynı zamanda İTC içerisindeki muhaliflerden olan Aziz Ali Bey’in bu listeye girmiş olması önemlidir. Aziz Ali Bey, İTC içerisinde Enver Bey’in en ateşli muhaliflerinden birisi olarak sürekli ona karşı propaganda yapmaktaydı.[118] Görüldüğü üzere, İTC’nin Trablusgarp’ta Mustafa Kemal Bey’i geri plana atmasında herhangi bir kasıt olduğunu düşünmek için yeterli sebep bulunmamaktadır.

Balkan Harbi’nde Osmanlı ordusunun yaşadığı hezimeti gören çok sayıda subay, İtalyanlarla antlaşmanın yapılmasından sonra İstanbul’a dönmüştür. Bunların arasında yer alan Mustafa Kemal Bey, 21 Kasım’da Bolayır’daki Bahr-i Sefit Boğazı Kuva-yı Mürettebesi Hareket Şube Müdürlüğüne tayin olunmuştur.[119] Bu sırada iktidarı bir darbeyle kaybetmiş olan İTC, İttihadçı karşıtı olan ve Edirne’yi Bulgarlara teslim etmeyi kabul eden Kamil Paşa Hükûmeti’ne Balkan Harbi’ndeki hezimete dayanarak bir darbe düzenlemiştir.[120] Ali Fethi Bey, darbe konusunu tartışmak için yapılan, Enver Bey’in bulunmadığı bu toplantıda darbe yapılması fikre karşı çıktığı için[121] darbe kararı alınamamıştır. Bir sonraki toplantıya bu sefer sanki Enver Bey ile yer değiştirmişçesine katılamamış olan Fethi, görev yeri olan Bolayır’a, Mustafa Kemal Bey’in yanına dönmüştür. Yeni toplantıda Enver Bey, diğer katılımcıları ikna ederek darbe planının onaylanmasını sağlamıştır.[122] Zürcher’e göre, Fethi Bey’in darbeye karşı çıkması onun, darbenin hazırlıkları sırasında dışarıda bırakılmasına sebep olmuştur.[123] Darbeden sonra yeni gelen Mahmud Şevket Paşa kabinesi, Edirne’nin kurtarılması için harekata girişmiştir. Düzenlenen harekatta iki ayrı birlikte kilit rol oynamış olan Enver, Fethi ve Mustafa Kemal Beyler yaşanan askeri başarısızlıklar konusunda birbirlerini suçlamışlardır.[124] Daha sonra Enver’in kurmay başkanlığını yaptığı X. Kolordu, kayıpları ağır olan Bolayır kuvvetlerine destek olması amacıyla bölgeye gönderilmiş ve sonrasında bu iki birlik birleştirilmiştir. Birleştirilen kuvvetlerin başına X. Kolordu komutanı Hurşid Paşa ve kurmay başkanı Enver Bey’in atanması üzerine Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler istifalarını sunmuştur.[125] Bu durum, iki taraf arasında askeri profesyonellikten uzak bir kavga[126] başlatınca Mahmud Şevket Paşa subayları barıştırmak amacıyla bölgeye gelmiştir. Mahmud Şevket Paşa, çözüm olarak Fahri Paşa’yı görevden uzaklaştırıp Enver Bey’i Erkân-ı Harbiye-i Umumiye’de görevine devam etmesi için yanına almıştır. Ancak bu sefer Fethi ve Mustafa Kemal Beyler bu duruma itiraz etmiş ve Enver Bey’in İstanbul’da görevlendirilmesine karşı çıkmışlardır.[127] Bunun aksine Enver Bey ise, Ali Fethi Bey’in Erkân-ı Harbiye Reisliği’ne, Mustafa Kemal Bey’in ise Bolayır Kolordusu Erkân-ı Harp Reisliği’ne tayinini rica etmiştir.[128]

Balkan Harbi’ndeki Enver-Fethi & Mustafa Kemal çatışmasının sebebinin ne olduğu tartışmaya açık bir konudur. Tartışmanın arkasındaki sebep gerçekten askeri konularla ilgili olmayabilir. Belki de bu, Mustafa Kemal ve Fethi Beylerin İTC’nin askeri kanadındaki güç mücadelesinin sonuna gelindiğini görmelerinden dolayı ikilinin kızıştırdığı bir siyasi kavgaydı. Yukarıda bahsedildiği üzere, Ali Fethi Bey, 23 Ocak’ta gerçekleştirilen İTC darbesine karşı çıkmış ve bu, onun dışlanmasına sebep olmuştur. Darbenin baş kahramanı olan Enver Bey ise artık askeri kanattaki tüm rakiplerinden daha önde olmayı başarmıştır.[129] Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beylerin, Enver Bey’in yükselmesine karşı çıkmaları bu askeri veya siyasi mücadele bağlamında anlam kazanmaktadır.[130]

Bu iki klik arasındaki çatışma tam olarak sonuçlanmadan Edirne’nin Bulgarlara teslim olmasından ötürü Osmanlı İmparatorluğu 30 Mayıs 1913’te barış antlaşmasını imzalayarak Edirne’den vazgeçmiştir.[131] Ancak bir ay sonra Balkan İttifakı üyelerinin Bulgaristan’a karşı açtığı savaşın doğurduğu fırsat sayesinde Osmanlılar Edirne’yi geri almak için yeni bir harekat düzenlemiştir. Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler, komutalarındaki birliklerle Edirne’ye doğru yürürken Enver Bey şehre onlardan daha önce girerek “Edirne Fatihi” namını elde etmiştir.[132] Bu aynı zamanda Ali Fethi ve Mustafa Kemal’in İTC’nin askeri kanadındaki güç mücadelesini tamamen kaybettiği anlamına gelmekteydi.

Bunun üzerine Ali Fethi Bey, ordudan istifa etmeye karar vermişti.[133] Mustafa Kemal Bey de ordudan istifasını vererek Fethi ile birlikte meclise girmeyi düşünmekteydi. Ancak Ali Fethi Bey ona istifa etmemesini, siyasette bir şeyler yapmanın bu şartlar altında zor olduğunu, bunu yapmanın tek yolu olan parlamentoda güçlü bir gruba sahip olmanın hiç kolay olmadığını söylemiştir. Parlamentoda güçlü bir gruba sahip olmanın ise iki yolu olduğundan bahsetmiştir: İTC saflarında devam etmek veya dağınık muhalefeti birleştirmek. Ali Fethi Bey, İTC lideri olan arkadaşlarının buna izin vermeyeceğini varsayarak İTC saflarında bir grup kurma seçeneğini elemiş ve Mustafa Kemal Bey’e, emek verdikleri partilerine ihanet etmektense parti içerisinde siyasetten uzak durmayı teklif etmiştir. Bunun için sefirlik almayı düşündüğünden bahsetmiş ve ona “Benimle beraber gelir misin?” diye sormuştur. Mustafa Kemal Bey’den olumlu bir cevap alan Ali Fethi Bey, onu askeri ataşelik görevi için önermiştir.[134] Mustafa Kemal Bey, 27 Ekim 1913’te Sofya Askeri Ataşeliği görevine tayin edilmiştir.[135] Fethi Tevetoğlu ve Emel Akal’a göre bu tarihten itibaren Mustafa Kemal artık bir İttihadçı değildir.[136] Ancak, sonrasında görüleceği üzere Mustafa Kemal Bey’in bu göreve atanmasından sonra dahi, hâlâ İTC üyesi olduğunu gösteren olgular mevcuttur.

Sofya görevi sırasında ülkede olmamasından ötürü, bu dönem İTC ile olan ilişkileri büyük oranda sıkıntısız geçmiştir. Ancak Mustafa Kemal Bey’in, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşa girmesine karşı olması; bu amaçla göndermiş olduğu raporlar ve mektuplar imparatorluğun savaşa girmesinden yana olan liderlerin onu görmezden gelmesiyle sonuçlanmıştır. Talat ve İsmail Canbolat Beyler, Sofya’ya Bulgar yetkilileri savaşa girmeye ikna etmek için gittikleri zaman savaş karşıtı Mustafa Kemal Bey’i yanına almamışlardır. Ancak savaş karşıtı olması Mustafa Kemal Bey’in Bulgaristan ile ittifak için çalışmadığı anlamına gelmemektedir; kendisi hükûmetin politikasına sadık kalarak çalışmalarda bulunmuştur.[137] Bundan ayrı olarak 9 Kasım 1914’te Cemal Paşa’ya gönderdiği mektupta Ali Fethi Bey için İTC kabinesinde nazırlık verilmesini istemiştir. Yine Cemal Paşa’ya, bir mektubunda, kendisine danışmanlık yapabileceğini yazmıştır.[138]

Daha çok askerlik göreviyle meşgul olduğu bu dönemde Mustafa Kemal Bey, Enver Bey’le yoğun bir rekabet içinde bulunmuştur. Ne var ki, rekabetin galibi belirgin bir şekilde Enver Bey olmuştur. Bu rekabet en açık şekilde Trablusgarp Müdafaası’nda ve Balkan Harbi’nde yaşanmıştır. Nihayetinde güç mücadelesi, Mustafa Kemal’in Sofya’da ataşemiliterlik görevine getirilerek pasifize edilmesiyle bir süre için son bulmuştur.

V. Parti İçindeki Muhalif Askeri Lider: Umumi Harp’te Mustafa Kemal ve Hükûmet

Dünya Savaşı’nın başlamasından kısa bir süre sonra Sofya Askeri Ataşesi Mustafa Kemal Bey, güç mücadelesinin neticesinde İTC’nin askeri kanadının liderliğini ele geçirerek Harbiye Nazırlığı’na yükselmiş olan Enver Paşa’ya bir birliğin başında bulunmak istediğini söylediği bir mektup göndermiştir.[139] Bu talebi kabul edildikten sonra 20 Ocak 1915’te Sofya’dan ayrılmıştır.[140] Mustafa Kemal Bey’in bu dönem de İTC ile ilişkilerinde bir değişiklik olmamıştır. 1916’da Mustafa Kemal Bey’in Mirliva rütbesine yükseltilmesi yönünde gelen talebin gecikmesinden ötürü İTC’nin liderlerinden Dr. Nazım ve Dr. Bahaeddin Şakir Beyler Enver Paşa ile görüşmüş ve ona terfi meselesinin neden geciktiğini sormuşlardır.[141] Bayur’a göre, Mustafa Kemal Bey, Tevfik Rüştü Bey aracılığıyla Dr. Nazım’a ulaşmış ve terfi meselesini açmıştır.[142] Bunun üzerine Enver Paşa, onun bir ya da iki gün içerisinde terfi edileceğini bildirmiştir. Bu iki doktordan ayrı olarak Talat Bey’in sağ kolu olan Kara Kemal Bey, terfi hadisesinin gecikmesinden dolayı Enver Paşa’ya sert bir çıkışta bulunmuştur.[143] Bu olay da Mustafa Kemal’in İTC liderleri tarafından önemsendiğini, onun askeri yönüne ihtimam ettiklerini ortaya koymaktadır.

İTC Katibi Umumisi Mithat Şükrü Bey, anılarında, o dönemde hâlen İTC üyesi olan Mustafa Kemal Bey’in yönetimle olan ilişkilerini düzeltmek amacıyla bir yemek verdiğini söylemiştir. Bu yemeğe İTC liderlerinden Talat, Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Rusuhi Beyleri çağırmıştır. Mustafa Kemal Bey bu yemeğe katılmıştır; ancak, Mithat Şükrü Bey’e göre Enver Paşa hakkında kötü konuşmamak için alkol almayıp konuşmaları dinlemekle yetinmiştir.[144] Anlaşılacağı üzere Mustafa Kemal Bey’in sessizliğini koruduğu yemek, ilişkilerin düzeltilmesine yardımcı olmamıştır. Mithat Şükrü Bey anılarında, Atatürk’ün 1935’te kendisini milletvekili seçtirmek istediği zaman herkesin içinde söylediklerini aktarmıştır:

“Mithat Şükrü’nün ne cevherli bir insan olduğunu hiçbiriniz benim kadar bilemezsiniz. İttihat ve Terakki ile aramın son derece açık olduğu günlerde Mithat Şükrü, o fırkanın liderlerinden ve kâtibi umumisi idi. Fakat o bunu hiçbir zaman ön planda tutmamış ve beni daima iyi bir dost olarak karşılayıp iltifat etmiştir. Evine yemeğe davet eder, ben merkezi umumiyeye kendisini ziyarete gittiğim zaman başka işlerini bırakıp benimle meşgul olur, ayrılırken de kapıya kadar zahmet eder, güler yüzle beni uğurlardı. Mithat Beyin bana yaptığı o muameleyi hiçbir zaman unutamam.”.[145]

Mithat Şükrü Bey’in söylediklerinin doğruluğu tartışmaya açık olsa bile, onun tarafından vekil seçtirilmiş olması, Atatürk’ün kendisine sempati duyduğunu göstermektedir. Söylediklerinden şüphe edilmesini gerektirecek bir neden gözükmemektedir. Söylediklerinin doğruluğu bir kenara bırakılacak olursa, bu sözlerden Mustafa Kemal Bey’in İTC ile olan ilişkileri dışında, üyeliği konusunda da ilginç bilgiler vermektedir. İTC ile arasının “son derece açık” olduğunu belirtmesinden yola çıkılacak olursa bu dönemin 1914-1918 arası olduğunu düşünmek yerinde olacaktır. Bu da ilişkilerin en kötü olduğu dönem içerisinde dahi Mustafa Kemal Bey’in İstanbul’da Merkez-i Umumi binasına gittiğini göstermektedir. Elbette, burada söylendiğine göre, Mustafa Kemal Bey, sadece Mithat Şükrü Bey’i ziyaret etmekteydi. Ancak ziyaretlerinin sadece Mithat Şükrü Bey ile görüşerek geçip geçmediği bilinmemektedir. Her şeye rağmen Mithat Şükrü Bey’in anıları Mustafa Kemal’in her şeye rağmen hâlâ bir İttihadçı olduğunu göstermektedir.

Mustafa Kemal Bey, Çanakkale Cephesi’nden döndüğü ilk andan itibaren Enver Paşa’ya karşı çıkmış, onu eleştirmiş ve hükûmet mensuplarına bu eleştirilerini bildirmeye çalışmıştır. Bunların ilki, kendisinin anlattığına göre cepheden döndükten sonra Hariciye Nazırı Halil Bey ile olan görüşmesidir. Halil Bey, Mustafa Kemal’i bir süre beklettikten sonra içeri almış ve onu dinlemiştir. Mustafa Kemal Bey bu görüşmede Enver Paşa’dan ziyade ordunun kötü durumundan bahsetmiş ve Alman Askeri Misyonu’nu eleştirmiştir. Mustafa Kemal Bey’in anlattığına göre Halil Bey sonradan bu görüşmeyi Heyet-i Vükela’ya bildirmiş ve onun cezalandırılması gerektiğini söylemiştir.[146] Mustafa Kemal Bey’in sonrasında Mirliva rütbesine yükseltilmiş olması ya şikayetin ciddiye alınmadığını göstermektedir yahut böyle bir şikayet hiç gerçekleşmemiş olsa gerektir. Mustafa Kemal Bey’in Enver’e karşı olan faaliyetleri, onun paşa olmasından sonra artış göstermiştir. Doğu Anadolu’da İkinci Ordu’da görev yaptığı zaman bölgedeki tüm kumandanlara ortak harekata girişmeyi teklif ettiği bir telgraf göndermiştir. Vehip Paşa’nın eline geçen bu telgraf Enver Paşa’ya iletilmiştir.[147] Bunun üzerine Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya siyasetle ilgilenmekte ısrarcıysa istifa etmesi gerektiğini, mecliste kendisi için sandalye ayarlayabileceğini söylemiştir. Ancak, Mustafa Kemal Bey teklifi kesin bir şekilde reddetmiş ve yanlış anlaşıldığını ifade etmiştir.[148] 1917’de Mustafa Kemal Paşa, bu sefer Sina Cephesi’nde Enver Paşa ve Alman askeri yetkililerinin planlarını “işe yaramaz” olarak değerlendirdiği bir raporu doğruca kabineye göndermiştir. Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’dan aldığı cevaptan sonra birliğinden istifa etmiştir.[149]

Bunların haricinde Mustafa Kemal Paşa’nın adının geçtiği bazı siyasi komplolar mevcuttur. Kendisinin ismi ilk olarak “Yakup Cemil Olayı” olarak bilinen darbe girişimiyle anılmıştır. İttihadçı fedailerden Yakup Cemil, yoldaşlarına Mustafa Kemal Paşa’nın yeni Harbiye Nazırı olacağını ve tüm sorunları çözeceğini söylemiştir.[150] Ancak Mustafa Kemal Paşa’nın olaylara karıştığına dair herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.[151] Mustafa Kemal, olaylar hâla sıcakken arkadaşı Ali Fuad Paşa’ya, eğer Yakup Cemil başarılı olsaydı ilk işinin onu asmak olacağını söylemiş ve böyle bir darbe girişiminin varlığını onaylamamıştır.[152] Bir başka olay ise, Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa’nın darbe yapacağı yönünde bir iddia ortaya atmasıdır. İddiaya göre Enver’in sağ kolu Topal İsmail Hakkı Paşa, Mustafa Kemal’i bir arabaya alıp şehir dışına çıkarmıştır. İsmail Hakkı Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya hükûmetin savaşa son verip tek başına barış fikrine sıcak baktığını ve buna izin verilemeyeceğini söylemiştir. Şehir dışında on bin kişilik gizli bir birlik olduğundan ve eğer hükûmet sulh yapılmasına karar verirse darbe yaparak askeri hükûmet kurulabileceğinden bahsetmiş ve Mustafa Kemal’e bu hükûmette nazırlık yapıp yapamayacağını sormuştur. Daha sonra Mustafa Kemal Paşa bu durumu Sofya sefirliğinden sonra mebus seçilen Ali Fethi Bey’e söylemiş ve durumu Talat Paşa’ya bildirmesini istemiştir. Ali Fethi’den bunu duyan Talat Paşa ise iddiayı Enver Paşa’ya aktarmıştır ve Enver Paşa da ordunun varlığını kabul etmekle birlikte; bu birliğin sadece olası bir darbe girişimini bastırmak için var olduğunu söylemiştir. Rauf Orbay’ın anlattığı bu olaya bakılacak olursa, İTC yönetimi, Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Paşa’nın ortaya attığı bu iddiayı bir siyasi komplo olarak görmüş olmasına karşın ikiliye bir yaptırım uygulanmamıştır.[153] Mustafa Kemal’in bir ihtilal girişiminde bulunacağını yazan kişilerden birisi ise “Arabistanlı Lawrence” olarak bilinen Thomas Edward Lawrence’tır. Lawrence, Prens Faysal aracılığı ile, Mustafa Kemal’in etrafında birleşmiş, “Türklük konusunda aşırı duyarlı ve Alman karşıtı” bir askeri gruba ulaşılmaya çalışıldığını yazmıştır.[154] Faysal’ın biyografisini yazmış olan Ali A. Allawi, Mustafa Kemal Paşa’nın Faysal ile görüştüğünü ve Arap bağımsızlığına sıcak bakan Osmanlı subaylarından birisi olduğunu iddia etmektedir.[155] Lawrence’ın yazdığına göre, Mustafa Kemal Paşa Faysal’a, eğer onu bir süre için rahat bırakır ve sessiz kalacak olursalar İstanbul’a yürüyeceğini ve hükûmeti devireceğini söylemiştir.[156] Ancak Mustafa Kemal Paşa her ne kadar Arap vilayetlerinin bağımsızlığına sıcak bakıyor idiyse de bu yazışmalar bağlamındaki sözlerindeki samimiyetine emin olmak güçtür. Karşı tarafın hareketini en azından bir süreliğine durdurmak maksadıyla, hükûmeti devirmek hususunda yalan söylemiş olması mümkündür. Mustafa Kemal Paşa’nın hükûmete karşı eylemler içerisinde olduğu yönünde bir başka iddia, Mekke’deki gazetelerden El-Kıble’nin 14 Mayıs 1917 tarihli bir makalesinde yer almıştır. Makaleye göre, Mustafa Kemal Paşa, İTC’den ayrılarak yeni bir siyasi parti kurmuş ve hükûmetin zayıf düştüğü bu dönemde kısa sürede iktidarı ele geçirmeyi planlamıştır. Bu makale çevirtilmiş ve doğrudan Hariciye Nazırlığı’na gönderilmiştir. Ancak, Alaattin Uca’ya göre, bu iddia “dikkate alınmamış olsa gerek”tir; zira Mustafa Kemal Paşa kısa süre sonra 7. Ordu komutanlığına atanmıştır.[157] Bu iddiayı dikkate almamak için birçok sebep vardı. En başta Mustafa Kemal Paşa’nın partiden ayrılmamış ve siyasi parti kurmamış olması haberin uydurma olduğunu göstermekteydi. Ayrıca, Mustafa Kemal Bey o zamana kadar hükûmete karşı herhangi bir girişimde bulunmamıştır.[158] Bütün bunların haricinde, Miralay Ali Fuad Bey’in (Erden) aktardığına göre Mustafa Kemal Paşa, Enver Paşa’nın karşısına çıkıp “Sen harbi iyi idare edemiyorsun. Çekilmelisin, senin yerine ben gelmeliyim.” demek niyetinde olduğunu söylediğini yazmıştır. Ali Fuad Bey, bunun bir ihtilal iması içerdiğini düşünmüş ve Mustafa Kemal Paşa’ya, “Enver size karşı bir şey yapacak olursa ne yapacaksınız?” diye sormuştur. Ancak Paşa sessiz kalmayı seçmiş ve konuşmayı sürdürmemiştir.[159] Burada açıkça bir ihtilal niyetinin söz konusu olduğunu söylemek zordur. Muhtemelen bu olay, Mustafa Kemal Paşa’nın askeri gidişatın kötüleşmesinden ötürü Enver Paşa’ya söylemek istediği sözleri dışa vurmasından ibarettir. Bütün bu iddialara hilafen, aşağıda görüleceği üzere, İTC yönetiminin Mustafa Kemal Bey’e bakışının olumsuz olduğunu söylemek güçtür ve ona karşı hâlâ güven duyulduğunu söylemek mümkündür.

Yukarıda çoğunlukla hatıralara dayalı olarak Mustafa Kemal Paşa’nın hükûmete karşı birtakım faaliyetler içerisinde olduğunu düşündürebilecek bazı olaylara yer verilmiştir. Bu olaylardan sadece üçü İTC liderleri tarafından duyulmuştur. Bunlardan özellikle Yakup Cemil Olayı ve Enver Paşa’nın darbe yapacağı iddiası, Mustafa Kemal Paşa’nın konumunu tehlikeye atabilecek olaylar olmasına rağmen, Mustafa Kemal Bey’in konumunda önemli bir değişiklik olmamıştır. Zürcher’e göre bunun sebebi, Mustafa Kemal’in iyi bir general olarak Almanların propaganda ihtiyaçlarını karşılaması ve İTC içerisindeki hiziplerden birine mensup olması nedeniyle, uzaklaştırılmasının pek mümkün olmamasıdır.[160] Bu, önemli bir etken gibi gözükse de, bunun bir diğer sebebinin İttihadçı liderlerce Mustafa Kemal Paşa’ya duyulan güven olduğunu söylemek mümkündür. Öyle ki, bu büyük güven, hatıra kaynaklı bu olayların gerçekliğinin sorgulanması gerektiğini dahi düşündürecek boyuttadır. Duyulan güveni gösteren ilk olay, Mustafa Kemal Bey’in Şehzade Vahdettin ile birlikte Almanya’ya gönderilmesidir. Gerçi Zürcher, Vamık Volkan ve Murat Bardakçı, bu görevi bir uzaklaştırma olarak görürler.[161] Ancak kanımca bunun sebebi Vahdettin’in İttihadçı karşıtı kimliğini ve İttihadçıların ona olan bakışını değerlendirmemelerinden kaynaklanmaktadır. Muhittin Birgen hatıralarında, Talat Paşa’ya Vahdettin’in İttihadçı düşmanlığından bahsettiğini yazmıştır. Bunun üzerine Talat Paşa’nın, Vahdettin için “Bizim en büyük talihsizliğimiz, böyle bir zamanda padişah olarak başımızda böyle bir adamın bulunmasıdır!” dediğini aktarmıştır.[162] Bardakçı, kitabında İttihadçıların yeni padişahtan hoşlanmadıklarını yazmış ve savaştan sonra Vahdettin’e karşı yapılacak olan kanlı bir darbe planı iddiasına da yer vermiştir.[163] Bu şartlar altında Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin ile birlikte gönderilmesinin, onu uzaklaştırmaktan ziyade Mustafa Kemal’e duyulan güvenle alakalı olduğu düşünülebilir. Ferid Talay’ın aktardığına göre, Şehzade Vahdettin, Mustafa Kemal Paşa’ya kızı Sabiha Sultan’ı kendisiyle evlendirmek istediğini, göndermiş olduğu bir adamıyla bildirmiştir. Bunun üzerine Paşa kesin bir cevap vermek yerine düşünmek istemiştir. İşte, bu esnada Talat Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya Sabiha Sultan ile evlenmesi gerektiğini salık vermiştir. Bunun sebebi güvenmedikleri şehzadenin yanında içlerinden birisinin olmasını istemeleridir.[164] Sonrasında Mustafa Kemal Paşa kararını vermiş ve bu teklifi reddetmiştir. Vahdettin meselesinde öne çıkartılan isim olmasına dayanarak, İttihadçı liderlerin Mustafa Kemal’e güven duyduğu söylemek mümkündür.[165] İTC’nin parti üyesi olup ünlenmiş olan subayları saraya damat yapma gibi bir politikasının olduğu bilinmektedir. Hafız Hakkı ve Enver Paşalar bunun için en büyük örnektir. Benzer bir şekilde Ali Fethi Bey de saraydan bir başka isimle evlendirilmek istenmiş, ancak kader arkadaşı gibi o da reddetmiştir.[166]

Balkan Harbi yılları: Mustafa Kemal Bey ve Ali Fethi Bey (mustafakemalim.com)

Resmi tarih anlatısında, o dönem Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa’ya bir alternatif olarak görüldüğü yönünde bir kanı mevcuttur. Dört ayrı İttihadçının hatıratlarında geçen ifadelere göre, Enver Paşa da bu fikre olumlu yaklaşmaktadır. Bu hatırlatlardan ilki, savaş döneminde Hariciye Nazırlığı yapan Halil Menteşe’ye aittir: Menteşe’ye göre Talat Paşa, Enver Paşa’ya, ona bir şey olması halinde Harbiye Nazırlığının kime verilmesini arzu edeceğini sormuş ve Enver, hiç düşünmeden “Mustafa Kemal’e” demiştir.[167] Adnan Adıvar ise Enver Paşa’nın bir mesele üzerine “Bu, İzzet Paşanın işi değil, onun altından ancak Mustafa Kemal kalkar,” dediğini aktarmıştır[168] Hüseyin Cahit Yalçın ise, Enver’in İstanbul’u terk etmelerinin evvelinde Talat Paşa’ya Mustafa Kemal Paşa’nın yeni kabinede Harbiye Nazırı olarak göreve getirilmesi gerektiğini belirtmektedir.[169] Son olarak, aynı rivayeti Celal Bayar da anılarında doğrulamıştır.[170] Emel Akal, bu rivayetlerin ilk ikisine yer vermemekte; diğer iki anının ise doğru olmadığını düşünmektedir. Bunun sebebi İttihadçı liderlerin Harbiye Nazırı olarak Mustafa Kemal Paşa’yı tayin ettirebilme imkanları varken bunu hiçbir zaman yapmamış olmalarıdır.[171] Ancak kanaatimce Akal bazı faktörleri atlamıştır. İlk faktör, sadrazam olacak olan Ahmed İzzet Paşa, Mustafa Kemal’e karşıt olmasıydı. Bir diğer faktör ise İTC’nin devamı olan Teceddüt Fırkası’nda iktidar, Enver karşıtı[172] bir başka hizbin eline geçmiş olmasıdır[173] Hizip yüksek ihtimalle Mustafa Kemal’i Enver ile benzer karakterde bir figür olarak değerlendirdiğinden ötürü bu enerjik ve hırslı askere karşı çıkmıştır.[174] Bunun aksine Enver Paşa’nın bu tarz kaygıları olmadığı düşünüldüğünde, etkili bir askerin bu nazırlık makamını almasını istemiş olması mevcut şartlar altında muhtemeldir. Bu sebeple bahsi geçen hatıralar hâlâ şüpheli olmakla birlikte kesin bir şekilde reddedilmeleri de mümkün görünmemektedir.

5 Kasım 1918 tarihinde İTC düzenlediği son kongrede kendini feshetme kararı almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın İTC üyeliği resmi olarak bu tarihle son bulmuştur[175] Paşanın, İTC yerine kurulan yeni bir İttihadçı parti olan Teceddüt Fırkası’nın başına geçeceği konuşulmuş; ancak hem Teceddütçüler hem de Mustafa Kemal Paşa bunu reddetmiştir.[176] Zürcher, kaynak göstermeden, Mustafa Kemal’in, İstanbul’a geldiği zaman Ali Fethi Bey’in İTC’den ayrılarak kurmuş olduğu eski İttihadçı Osmanlı Hürriyetperver Avam Fırkası’na üye olduğunu yazmaktadır.[177] Her halükarda parti gazetesi Minber’e maddi destekte bulunması, gazetede yazması, mecliste OHAF ile birlikte çalışması, partinin üyesi olmasa dahi destekçileri arasında olduğunu göstermektedir. Nitekim, Mustafa Kemal Paşa’nın 5 Kasım 1918’den itibaren herhangi bir siyasi partinin üyesi olmadığı anlaşılmaktadır.

VI. Mustafa Kemal ve İTC’de Siyasi Muhalefet:

“İttihat ve Terakki’nin bazı eşhası ile aramızda Meşrutiyet’ten sonra başlayan ihtilaf-ı efkar [fikirler çatışması] nihayet derecede şiddetlendi ve tamam bu ana kadar devam etti” [178]

Mustafa Kemal Paşa, bu sözü 1922’de, 1909 Kongresinden sonraki durum üzerine söylemiştir. Peki sözü edilen fikir tartışmaları ne üzerineydi? Mustafa Kemal neyi savunmuş, neye karşı çıkmıştır? Bu fikirleri ortaya atmasındaki sebep neydi?  Bütün bu tartışmalar esasen -tıpkı paşanın dediği gibi- 1909’da başlamış gibi gözükmektedir. O zaman tartışmaların temeline inmek en doğrusu olacaktır. Mustafa Kemal Bey, Trablusgarp Delegesi olarak katıldığı İTC’nin 1909 Kongresinde aşağıdaki şu beş fikri ortaya atmıştır:

1- Cemiyeti komite olmaktan çıkartıp siyasi parti haline sokmak.

2- Orduyu siyasetten tamamen ayırmak ve bazı subaylara verilen “Hürriyet Kahramanı” ve “Hürriyet Mücahidi” gibi unvanları kaldırmak.

3- Cemiyet ile Masonluk arasında hiçbir bağ bırakmamak ve bunu gösterebilmek için tüzükte değişiklik yapıp mason tüzüğünden alınan maddeleri çıkarıp gülünç olan kabul törenini bırakmak.

4- Cemiyet mensupları arasındaki imtiyazlı mevkileri kaldırıp, hukuk (haklar) eşitliğini kayıtsız şartsız biçimde sağlamak.

5- Hükûmetin işlerini diyanet meselelerinden ayırmak.[179]

Kinross, Mustafa Kemal Bey’in, meşrutiyetin ilanından sonra “İttihad Terakki Komitesine artık ne gerek vardı?” diye düşündüğünü yazmıştır.[180] Bu kısmen doğrudur; Mustafa Kemal İTC’nin artık komite yerine siyasi parti olmasını savunmuştur. İlk maddenin arkasındaki sebep aslında son derece basittir. Ona göre, İTC’nin komitacı yönü, modern bir siyasi parti teşkil etmesine engeldi ve bu engel ortadan kaldırılmalıydı. Ordunun siyasetten ayrılmasını savunma sebebi, muhtemelen, Mustafa Kemal’in Alman ekolünün savunucusu bir subay olarak, Osmanlı ordusunun siyaset üstü, özerk bir ordu haline gelmesinden yana olmasıydı.[181] “Hürriyet Kahramanı” gibi unvanların kaldırılmasının istemesinin ardında yatan sebep ise daha kişisel olsa gerektir. Yukarıda daha önce bahsedildiği üzere, Mustafa Kemal Bey, bu unvana sahip subaylar yüzünden geri planda kalmıştır. Siyaseten kendisi için problem olarak gördüğü bu unvanı ortadan kaldırmak istemiş olması pek tabii muhtemeldir. Masonluğa karşı olumsuz tavrında etkili olan ise, yüksek ihtimalle, Parti’nin felsefi temelinde yer alan pozitivizm ile bu esinlenişi bağdaştıramamış olmasıdır.[182] Bu anlamda, eski İttihadçı liderlerden Ahmed Rıza Bey’in de, pozitivizmle tenakuz içinde gördüğü gerekçesiyle masonluğa karşı olduğunu hatırlamakta fayda vardır.[183] Dördüncü madde ise, tüm üyelerin eşit katılımını ve partinin tam bir demokratik harekete dönüşmesini sağlama niyetini taşıyor olabilir. Öte yandan Mustafa Kemal Bey’in bu öneriyi, tıpkı Hürriyet Kahramanı unvanının kaldırılması yönündeki önerisinde olduğu gibi, parti içerisinde daha iyi bir yer edinmek ve önerilerini dinlettirebilmek, kısaca kendisine hareket alanı açmak amacıyla da sunmuş olması mümkündür.  Son öneri ise laiklik savunusundan ötesi değildir.

Bu beş öneri arasından tarih yazımında ve hatıratlarda en çok yer verilen, askerin siyasetten ayrılmasını savunan öneridir. Bu önerinin gerçekten de yapılmış olduğu, çeşitli hatıratlarda yer almaktadır. Bunun yanı sıra, Mustafa Kemal Bey’in 1912 tarihli bir mektubunda, kongrede bu öneriyi yapmış olduğu zaten doğrulanmıştır.[184] Ancak, kendisinin bu öneriyi yapmış olmasından yola çıkılarak, kendisinin siyasetle ilgilenmediği yönünde bir çıkarımda bulunmak oldukça hatalıdır. Zira kendisi, bilhassa Balkan Harbi ve I. Dünya Savaşı sırasında siyasi eylemler içerisinde bulunmuştur. Bunun yanında, her zaman parti liderleriyle olan ilişkisini sürdürmüştür. Cavid Bey, İsmail Canbolat’a gönderdiği 21 Kasım 1922 tarihli mektupta Mustafa Kemal Paşa’nın asker-siyaset meselesi hakkındaki ifadesini alaycı bir üslupla “Askerler siyasiyata karışıyorlar diye cemiyet işlerinden uzak kalmış!” şeklinde yazmıştır.[185] Bu alaycılığın arkasındaki sebep büyük ihtimalle Mustafa Kemal’in söylenilenin aksine cemiyet işlerinden pek de uzak kalmadığını bilmeleriydi. Mustafa Kemal Paşa, 1 Ocak 1921 tarihinde Sovyet misyonu sekreteri Upmal ile yaptığı görüşmede ise, hakim olan kanaate zıt doğrultuda bir söz sarf edecektir: “Ben kendim uzun süre orduda politikayla uğraştım ve kişisel tecrübemden bunun ne kadar zararlı olabileceğini biliyorum.”.[186] Uzun bir süre olarak belirtmesinden yola çıkarak bunun 1909 kongresinden sonra da devam ettiği anlaşılmaktadır. Nitekim Mustafa Kemal’in 1908 öncesindeki faaliyetleri gerçekten “askerin siyasete karışması” olarak gördüğünü söylemek zordur, çünkü kendisi Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ne önderlik etmiş ve sonrasında İTC’ye katılmıştır. Eğer bu dönem ordunun siyasete katılmasına karşı olsaydı, bu eleştiriye devrimden sonra başlamaması gerekirdi. Buna ek olarak, Mustafa Kemal’in iktidarı alma niyetinin onun subaylık yıllarından beri mevcut olduğu söylenilebilir.  Afet İnan’ın Atatürk’ten dinleyip aktardığı bir hatıraya göre, Mustafa Kemal Bey henüz yıl 1908 iken bile iktidarın en tepesini hedeflemekteydi.[187] Aynı doğrultuda, Ali Fuat Cebesoy yıllar sonra yazdığı hatıralarında devrim öncesi dönemde Mustafa Kemal’in devrimin lideri olma niyetlerinden bahsetmektedir.[188] Asker olarak iktidarı almasının tek yolunun siyasete karışmak, hatta belki de bir ihtilale girişmek olduğu gözükmektedir. Ancak aşağıda görüleceği üzere, savunduklarından yola çıkılırsa amacının askerin siyasetten tamamen ayrılmasından sonra istifasını vererek siyasete atılmak olması da mümkündür. Ayrıca asker-siyaset ayrımını savunan Ali Fethi Bey’in üzerinde üniforması olmasına rağmen 1912’de Manastır’dan mebus seçildiğini önemli bir ayrıntı olarak eklemek gerekir.[189] Zürcher, Mustafa Kemal’in, siyasi konularda I. Dünya Savaşında cephede bulunan tüm subaylardan daha aktif olduğu görüşündedir.[190] Gerek kendi ifadesi, gerekse çeşitli hatıralar, Mustafa Kemal Bey’in, İTC bir parti olarak varlığını devam ettirdiği müddetçe hem aktif olarak siyasetle ilgilendiğini, hem de parti üyeliğinin devam etmiş olduğunu göstermektedir.

1912’ye gelindiğinde ordu içinde İttihadçı karşıtı ve Hürriyet ve İtilaf bağlantılı “Halâskâr Zabitan” adında bir askeri cunta ortaya çıkmıştır.[191] Bu cunta ile Hürriyet ve İtilaf arasındaki bağlantıyı sağlamak gibi önemli bir misyonu yerine getirmiş olan Rıza Nur, ilerleyen yıllarda yazdığı hatıratında ilginç bir iddiaya yer vermiştir: Mustafa Kemal Halâskar Zabitan üyesidir.[192] Ancak bunu doğrulayacak herhangi bir kanıt yoktur, aksine Mustafa Kemal Bey’in Halâskâr hakkındaki düşüncelerinin olumsuz olduğu gözükmektedir. Bir kere, Behiç Bey’e Derne’den gönderdiği bir mektup, İttihadçı bir subayın kendilerine yapılan karşı propagandadan nasıl etkilendiğini yansıtır:

“Ancak şurasını arz edeyim ki, bizde buradaki vaziyet ve mukavemetimizle milletin şanına uygun bir netice alınması ümidi pek kuvvetli iken son zamanlarda memleket içinde çıkan elem verici levhalar bizi üzdü. Bizim ahlaksızlığımızın, menfaatperestliğimizin derecesi biliniyordu. Fakat bunun hıyanet, alçaklık, rezalet derecesine çıkabileceğini katiyen ve asla düşünmüyorduk.” [193]

Mustafa Kemal Bey kendilerine yönelik hakaret içeren yazılardan bahsetmiş, kimin yaptığını söylememiştir. Ancak bunun sebebi muhtemelen Behiç Bey’in her şeyden haberinin olmasıdır. Nitekim, Halâskâr Zabitan bu dönemde İttihadçı karşıtı afişleri, kağıtları toplumun her kesimine dağıtmaktaydı.[194] Mustafa Kemal Bey’i üzen büyük ihtimalle İttihadçılara yapılan bu hakaretler olmalıdır. Bunun dışında, Ali Fuat Cebesoy yıllar sonra yazdığında Mustafa Kemal ile imparatorluğun sorunları hakkında yaptığı bir konuşmadan bahsetmiştir. Bu konuşmada Mustafa Kemal Bey’in, Halâskâr Zabitan’ı imparatorluğun parçalanmasını isteyen “iç düşmanlar” olarak nitelediğini söylemek mümkün görünmektedir. Bu sorunun çözümü olarak, bu subayların derhal ordudan atılması ve İTC’nin askerleri siyasetten tamamen uzaklaştırması gerektiğini söylemiştir.[195] Zürcher de eğer bu gerçek olsaydı Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a gitmesinin  zor olacağını belirtmektedir.[196] Bu argümanlar üzerinden Rıza Nur’un Mustafa Kemal Bey’in Halâskâr’a üye olduğuna dair iddiası doğru gözükmemektedir.

23 Ocak 1913’te düzenlenen darbenin öncesinde Talat Bey, Gelibolu’ya gelerek Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beylere birlikte çalışmayı teklif etmiştir.[197] Bu teklifin sebebi darbeye daha fazla subayın katılımını sağlamak olsa gerektir. Tekliften sonra İstanbul’a giden Ali Fethi Bey, gizli toplantıda aşağıdaki konuşmayı yapmıştır:

“Henüz sulh olmamıştır. Tehlikeli günler yaşıyoruz. Herkes hükûmet hatası yüzünden memleketin bu duruma düştüğüne inanmış olsa bile bu sırada hükûmeti devirmek, iktidar sandalyesi peşinde koşmak demektir. İç ve dışa böyle bir zan vermek doğru değildir. Hem iktidarı ele alsak bile ne yapabiliriz? Bence Edirne geri alınamaz. Ordunun bugünkü harap ve perişan halinde bir iş görülemez. Artık ihtilal metotlarıyla çalışmaktan vazgeçelim. Meşrutiyete layık, meşruti partiler gibi çalışalım. Bugünkü hükûmet sulhü imza etsin, ister istemez halkın gözünden düşecek, bize kuvvet kazandırmış olacaktır. Bekleyelim.”.[198]

Ali Fethi Bey içerisinde bulundukları şartlar altında hâlâ demokratik metotlara devam edilebileceğini savunmaktaydı bu yüzden ne o ne Mustafa Kemal darbeye katılmıştır. Daha doğrusu, zaten ikisi de darbeye çağırılmamıştır. Peki, Mustafa Kemal Bey darbe konusunda ne düşünmüştü? Mustafa Kemal Bey, sonradan Ali Fethi Bey ile beraber yazdığı ve sadarete gönderdiği yazıda darbecilerin neden cezalandırılmadığı yönünde bir sorgulamada bulunmuş, ancak darbeyle başa geçen yeni kabinenin başarısının şart olduğunu söylemiştir. Zira, ona göre, aksi takdirde ülkenin başına gelecekler belirsizdi.[199] Mustafa Kemal’in 1909 Kongresindeki bazı önerilerinde demokratik metotları savunmuş olması (askerin siyasetten ayrılması, komiteden siyasi partiye dönüşüm ve eşit katılım) Mustafa Kemal’in demokrat metotlardan yana olduğu fikrini güçlendirmektedir. Melih Tınal kaynak göstermeden Mustafa Kemal’in 1913’te iki öneri daha hazırladığını yazmıştır: “Devlet politikaları Merkez-i Umumi tarafından değil meclis grubunda kararlaştırılması ve Merkez-i Umumi İstanbul ve taşra örgütlenmesine odaklanmalıdır.”.[200] Varlığı öne sürülen bu iki önerinin, Parti’nin demokratikleştirilmesi için yapılmış öneriler olduğu söylenebilir. Mustafa Kemal ve Ali Fethi Beylerin Muhittin Birgen’in  İTC içerisindeki ideolojik grupları sayarken “demokratlar” olarak söz ettiği[201] ideolojik gruptan olması mümkündür.[202] Bütün bunların yanında Mustafa Kemal’in Ali Fethi ile İTC içerisinde ortak hareket etmiş olması da eklenirse 23 Ocak Darbesi’ni onaylamamış olduğu çıkarımı yapılabilir.

Devrimden sonra İTC’den birçok kişi ayrılmış, hatta başka siyasi partilere geçmiştir.[203] Peki, Mustafa Kemal bu ayrılmalar yaşanırken neden İTC’de kalmayı seçmiştir? Bazı araştırmacılar onun 1909’da kongreden sonra İTC’den ayrıldığını yazmaktadır.[204] Diğer bazı araştırmacılar ise yukarıda bahsedilen 1913 tarihini vermektedir. Yukarıda Mustafa Kemal Bey’in Behiç Bey’e gönderdiği mektuptan alınan pasajdaki “biz(im)” ifadesinin işaret ettiği sahiplenme eki, onun 1912’de hâlâ kendisini bir İttihadçı olarak gördüğü anlamına gelmektedir. Falih Rıfkı Atay, 1913’te Mustafa Kemal ile tanıştığında onun adı çok duyulmamış önde gelen İttihadçılardan biri olduğunu yazmıştır.[205] Bu biraz abartılıdır; ama Mustafa Kemal Bey’in aktif bir İttihadçı ve saygın bir konuma sahip olduğunu göstermektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere Mithat Şükrü, onun 1916’da da İttihadçı olduğunu doğrulamıştır. Zürcher, Atay’a dayanarak Mustafa Kemal’in İTC’den hiç ayrılmadığını söylemektedir.[206] Bütün bunlar Parti’nin fesih kararının alınışına kadar olan süreçte Mustafa Kemal’in İttihadçı olmaya devam ettiği savını güçlendirmektedir. Peki Mustafa Kemal neden İTC’den ayrılmamıştır? Daha önce bahsedildiği üzere bunun sebebi belki de İTC’yi partisi olarak ya da en azından partisinin devamı olarak görmüş olmasıdır. Ancak eldeki bulgulara dayanılacak olursa bunun altında yatan esas sebepler daha farklıdır. Yukarıda bahsedildiği gibi, Mustafa Kemal Bey, ilk yıllardan itibaren iktidarı hedeflemiştir; bu hedefini gerçekleştirebileceği tek siyasi partinin İTC olduğunu düşünmüş olması pekala mümkündür. Bunun dışında yine yukarıda söylendiği gibi, Ali Fethi Bey’in, 1913’te Mustafa Kemal’e İTC’den ayrılmaması gerektiğini telkin ve tavsiye ettiği yönündeki iddiada olduğu gibi arkadaşlık ilişkisi de etkili olmuş olabilir. Bütün bunların ötesinde bir başka ihtimal daha söz konusudur: İTC’nin imparatorluk için, diğer siyasi partiler arasından en iyi seçenek olması. 1926’da yayınlanan resmi hatıralarda Mustafa Kemal Paşa, mütareke döneminde Robert Frew ile yaptığı görüşmede kendisine İTC’nin “cinayetlerini” kabul etmesini söyledikten sonra verdiği cevap bu konuda bazı ipuçları sağlamaktadır:

Evet, İttihat ve Terakki’nin mümessili değilim, fakat müsaadenizle söylemeliyim ki İttihat ve Terakki vatanperver bir cemiyet idi. Başlangıcından çok zaman sonrasına kadar ben de bu cemiyet içinde bulundum. Cemiyet hiçbir vakit sizin bu tezyiflerinize hak verecek bir mahiyet almamıştır. Çok kusurları ve yanlışları olabilir. Ama, vatanperverliği münakaşaların üstündedir”.[207]

Bu sözlerinden Mustafa Kemal’in İTC’nin vatanseverliği konusunda şüphesinin olmadığı anlaşılmaktadır. Cebesoy, yıllar önce Mustafa Kemal Bey ile yaptığı konuşmadan aktardığı ifadelere göre isim vermediği bir muhalif fırkayı iç ve dış düşmanların işbirlikçisi olarak nitelemiştir.[208] Mustafa Kemal’in bu noktada İTC’den ayrılmamış olmasının sebebi, yüksek ihtimalle, Osmanlı siyasetinde daha iyi bir alternatifin olmaması ve bu siyasi harekete katkı sunmayı istemiş olmasıydı. Unutmamak gerekir ki, Mustafa Kemal, aynı zamanda -özelikle 1909 Kongresinde yaptığı konuşma sırasında- söyledikleriyle, İTC’nin daha geniş bir halk desteğine sahip olmasını ve güçlenmesini gerektiğini savunmuştur.[209] Yine bir başka örnek olarak, yukarıda bahsedildiği üzere Mustafa Kemal, demokratik metotlara uymadığı için 23 Ocak Darbesi’ni desteklememiştir. Bütün bunlar, Mustafa Kemal’in İTC’nin demokratik ve meşru yollarla elde edilmiş siyasi hakimiyetinden yana olduğunu göstermektedir.

Mustafa Kemal Bey partide muhalefet ederken İTC yönetiminin onun hakkındaki düşünceleri hangi doğrultudaydı? Bu konuda net bir ifadede bulunmak mümkün gözükmemektedir. Konuyla ilgili çoğu anlatı cumhuriyet döneminde yazılmıştır. Ali Fuat Cebesoy’un naklettiğine göre 1908 Devrimi’nin hemen sonrasında dahi Mustafa Kemal Bey askerin siyasetten ayrılması için ciddi eleştirilerde bulunmuştur. Hatta öyle ki Enver Bey, Hafız Hakkı Bey’e “Mustafa Kemal fazla ileriye gidiyor.” demiş ve bu hususla ilgili çözüm önerisi bulunması istenmiştir. Bu arayışın sonunda Ali Fethi Bey’den Mustafa Kemal Bey ile konuşmasını ve onu uyarması istenmiş ve Ali Fethi Bey de kendisiyle konuşmuştur.[210] Ancak bu anlatı, Ali Fethi’nin askerin siyasetten ayrılmasını savunduğu gerçeğiyle ve Mustafa Kemal’in, 1922’de, İTC ile olan fikir çatışmasının 1909 Kongresinde başladığı yönündeki  sözleriyle çelişmektedir. Falih Rıfkı Atay ise kongreden sonra İTC içerisindeki bir grup komitacının Mustafa Kemal Bey’in öldürülmesine karar verdiğini aktarmaktadır. Yazdıklarına göre bu işi önce Mustafa Kemal’i seven Hüsrev Sami ve Yakup Cemil’e vermişlerdir. Ancak bu iki isim görevi reddetmiş ve üstüne üstlük kararı ona söylemişlerdir. Bu sefer görev, Halil (Kut) Bey’e ve sonrasında İzmir Suikastı Davası’nda idama mahkum edilecek olan Abdülkadir Bey’e verilmiştir. Hatta Atay’ın dediğine göre, yıllar sonra cumhuriyet döneminde Halil Bey bu gerçeği kabul etmiştir. Halil Bey’in bu iddia kapsamındaki ikrarına göre, bir keresinde Mustafa Kemal’i öldürmek için evinin yakınlarına kadar gelmişlerdir ve onun hızlı hareketiyle suikast engellenmiştir.[211] Halil Bey yıllar sonra Atay’ın ve Kılıç Ali’nin aktardığı bu iddiayı reddetmiştir.[212] Zürcher bu iddiaya şüpheli yaklaşmaktadır. Abdülkadir ve Halil Beylerin hem Mustafa Kemal ile arkadaş olması hem milli mücadele döneminde ondan görev almış olmasından ötürü bu durumun gerçek olmadığı kanısındadır[213]

Konuyla ilgili anlatıların cumhuriyet döneminde kaleme alınmış olması, bu iddiaya olan güvenin az olmasına sebebiyet vermektedir. Mustafa Kemal Bey, 29 Temmuz 1912 tarihli mektubunda bu konuya değinmiştir. Mustafa Kemal, kongrede “asker siyasetten uzak durmalı” dediği için kimilerince “mürteci” ilan edildiğini, hatta idamına karar verildiğini ifade etmiştir.[214] Bu yazdığı, kendisine yönelik bir suikast girişimi iddiasını doğrular niteliktedir. “Mürteci” denmesinin sebebi ise, muhtemelen, Mustafa Kemal’in, asker-siyaset ilişkisine yönelik itirazı ile masonluk karşıtı tavrıdır. Zira bunlar İttihadçıların muhaliflerinin o zamanlar sıklıkla başvurdukları argümanlardır. İttihadçılar Mustafa Kemal’i muhalefete geçmeyi düşünen askerlerden birisi olarak görmüş olabilir. O zaman bu olay gerçekleştiğinde Mustafa Kemal Bey neden İTC’den ayrılmamıştır? Suikast girişiminin gerçekleşmesinden sonra, yüksek ihtimalle, olayı duyan İTC yönetimi her iki tarafı “barıştırmıştır”. Bu noktada Mustafa Kemal’e karşı, muhalif tavırlarından ötürü olumsuz bir bakış olsa dahi İttihadçıların onu kendilerinden uzak tuttuğunu düşünmek doğru değildir. Yaygın biyografik anlatıma göre Trablusgarp’a gidişinden önce İstanbul’a tayin oluşu bir uzaklaştırmadır.[215] Ancak İstanbul’un siyasi mücadelenin merkezi haline geldiği bir dönemde İttihadçı bir subay olarak orada bulunmasının önemini unutmamak gerekir. Mustafa Kemal’in, özellikle parti içerisindeki grupların, hatta “mürteci”lerin ayrılması sırasında İTC’de kalmaya devam etmiş olması, kendisinin liderlerce sadık bir mensup olarak görülmesine yol açmış olabilir. Zürcher, başta Enver olmak üzere İTC liderlerinin, Mustafa Kemal’in sadece hükûmet politikalarını etkileme arzusunu engellediklerini, başka hususlarda ona mani olmadıkları görüşündedir. Zira askeri makamlara geliş sürecinde ona karşı bir engellemede bulunmamışlardır. [216] Mustafa Kemal muhalif tavırlarına rağmen liderlerle arasındaki olumlu ilişkiyi sürdürmüş ve saygın bir konum elde etmiştir. Peki, Mustafa Kemal’in İttihadçı liderlerle olan ilişkisi nasıldı?

VII. Mustafa Kemal ve Bazı İttihadçı Liderler

1916’da Mithat Şükrü Bey, hatıratında, düzenlediği yemekte Mustafa Kemal Bey’in soğuk tavrının ve alkol almamasının nedenini, “Davetlilerin hemen hepsini tanımasına karşılık böyle ciddi ve çekimser davranışıın” anlayamadığını söylemektedir.[217] Yemekte bulunanlar ise Enver ve Cemal Paşalar dışında önde gelen İttihadçı liderlerden Dr. Nazım, Dr. Bahaeddin Şakir, Dr. Rusuhi ve Talat Beylerdir. Mithat Şükrü’nün dediklerine bakılacak olursa aslında Mustafa Kemal Bey, İttihadçı liderlerle en azından samimi olabileceği boyutta bir ilişkiye sahipti. Tüm liderlerle olan ilişkisini ayrı ayrı açıklamak mümkün olmasa bile en azından liderlerden bazılarıyla olan ilişkisinden bahsedebilmek mümkündür.

İlk olarak, Mustafa Kemal ve İsmail Enver’in ilişkisi incelemek gerekmektedir. İkilinin ne zaman tanıştığı belirsiz olup verilebilecek en erken tarih, Mustafa Kemal Bey’in İTC’ye katıldığı 1907 yılıdır. Harbiye yıllarında Enver’in üst sınıf olmasına rağmen bir şekilde tanışmış olmaları ihtimal dahilinde olsa da bu ihtimali doğrulayacak bir veri mevcut değildir.[218] Belki de Enver, Mustafa Kemal’in İttihadçı liderler arasında ilişkisinin en kötü olduğu isimdir. Ancak çatışmalarının çok eskiye dayandığını söylemek mümkün değildir. 1909’daki kongrede aralarında bir çatışma çıkmamışsa bile Trablusgarp Savaşı sırasında kavga etmeye başlamışlardır.[219] Öyle ki Okyar, 1913’te Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın Mustafa Kemal’i, kendisini eleştirdiği için öldürtmesinin yakın olduğundan bahsetmektedir.[220] Ancak bu anlatı güvenilir gözükmemektedir. Okyar, bu olayın İstanbul’da yaşandığını söylemektedir; ancak Enver Bey Harbiye Nazırı olmadan önce Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beyler çoktan Sofya’ya ulaşmışlardı. Ferit Talay da, Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in bir seferinde ağır hakaretler içeren ve sonunda ikilinin silahlarına davrandığı bir kavgaya giriştiğinden bahsetmiştir.[221] Ağır bir isnat olarak nitelenebilirse de, Talay’ın anlattığı bu olaya dayanarak Mustafa Kemal Paşa’ya I. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru düzenlenmiş bir suikast girişiminin arkasında Enver Paşa’nın olduğu da öne sürülebilir. [222] Bu suikast girişiminin arkasındaki kişi gerçekten Enver ise, bu girişim, Mustafa Kemal Paşa’nın o dönem Sabiha Sultan ile evlendirileceğine dair söylentilerden kaynaklanmış olsa gerektir. Ancak savaşın sonuna doğru Mustafa Kemal’in Alman karşıtı tavırlarının iyiden iyiye ön plana çıktığı düşünülürse, bu girişimin arkasında Almanların olması ihtimali de söz konusudur. İzzettin Çalışlar ise askeri kariyerinin savaşlarla geçen döneminde günü günü gününe tutmuş olduğu not defterlerinden birinde bize daha ilginç bir bilgi sunmaktadır. Çalışlar’ın 12 Mart 1917’de defterine yazdıklarına göre Mustafa Kemal Paşa, yanındaki subaylara “Enver Paşa ile çok iyi anlaştıklarını ve karşılıklı güven ve muhabbetleri olduğunu” söylemiştir.[223] Bu söylediğinde ne kadar samimi olduğu kuşkusuz tartışmaya açıktır; çevresindeki subaylarla sıkıntı yaşamamak için böyle bir söz söylemiş olması muhtemeldir. Peki, Mustafa Kemal’in İTC liderleriyle ilişkilerinin genellikle kötü olmasının sebebi neydi? Yukarıda açık bir şekilde gösterildiği üzere kendine ait bir siyasal tasavvuru haiz bulunan ve bunu uygulamaya koymak amacıyla güç mücadelesine girme konusunda son derece istekli olan Mustafa Kemal’in birçok defa Enver’in gölgesinde kalmış olması, ona karşı olumsuz duygular hissetmesine neden olmuş olabilir. Ancak buna rağmen özellikle I. Dünya Savaşı sırasında aralarındaki tartışmanın ana konusu her zaman askeri meselelerdi ve Mustafa Kemal samimi şekilde ordunun kötü yönetildiğini düşünmekteydi.[224]  Muhtemelen Trablusgarp’taki malum tartışma da izlenen askeri metotlardan ötürü hasıl olmuştur. Cafer el-Askeri’nin Trablusgarp’ta savaşan Osmanlı subayı kardeşi Tahsin al-Askeri’nin ağzından aktardığı sözler şöyledir:

“İkisi [Mustafa Kemal ve Enver] askeri taktik, teşkilat ve benzeri konularda birbirleriyle taban tabana zıt görüşlere sahiptiler. Enver’in planlarımıza sürekli karşı çıkması zaten eksik kadrolu olan birliklerimize ağır kayıplara mal oldu. Mustafa Kemal ise tam tersi bir anlayıştaydı: Yaptığı her hareketi asgari kayıpla yürütmeye dikkat etmekteydi. Kuvvetleri ekonomik olarak kullanıyor ve yararlılıklarını azamiye çıkarmaya çalışmaktaydı. Emrindeki subaylara da her zaman bu prensibe uymalarını ve birliklerini gereksiz yere zayıflatarak can kaybına yol açacak hareketlerden kaçınmalarını tavsiye etmekteydi.” [225]

Bu sözler, ikilinin askeri olarak savundukları yöntemlerin farklı olduğu tespitini doğrulamaktadır. Aynı bölgede oldukları düşünüldüğünde ikisinin arasında sıkça anlaşmazlık olması, askeri konularda sürekli çatışmış olmaları olanaklıdır. Öte yandan, Mustafa Kemal ile Enver arasındaki bu askeri tartışmaların arka planında zımnen bir siyasi mücadele de söz konusu olabilir. Zira, Mustafa Kemal ve Enver arasında hem Bolayır sonrası yaşanan tartışmalar hem de I. Dünya Savaşı’nda Mustafa Kemal’in Enver’e karşı yaptığı eylemler, onu siyaseten düşürme girişimleriydi. Yine de, yukarıda belirtildiği üzere Enver, Mustafa Kemal’in askeri yeteneklerini kabul ediyordu ve hatta kendisinden sonra harbiye nazırı olması gerektiği düşüncesindeydi. Onca uzlaşmazlığa rağmen Enver Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik tutumunun, kendisine halef olmasını makul bulması nasıl mümkün olabildi? Muhtemelen bu durumun sebebi Mustafa Kemal’i ciddi bir siyasi rakip olarak görmemiş olmasıdır. Hanedana damat olması ihtimali söz konusu olduğunda ise, Mustafa Kemal’e bir suikast düzenlenmişti ve dikkat etmek gerekir ki, Mustafa Kemal eğer Sabiha Sultan ile evlenecek olsaydı kendisinin siyasi gücü Enver’inkiyle neredeyse eşit olacaktı. Eğer bu suikastın arkasındaki kişi Enver Paşa ise, amacının siyaseten tehlikeli bir rakibin ortaya çıkışını şimdiden önlemek olduğu açıktır. Yine de Mustafa Kemal Paşa’nın askeri konulardaki yetkinliğinin, Enver Paşa’yı kendisinin vasıflı bir asker olduğu düşüncesine ittiği kabul edilebilir. Hatırlanacağı üzere, Enver, birkaç kez kendisi yerine Mustafa Kemal’i önermiş ve Zürcher’in vurguladığı gibi, onun askeri yükselişini engellememiştir. Bu durum göz önünde bulundurulduğunda, Enver’in Mustafa Kemal’i siyasal anlamda kendisine yönelik tehdit arz etmeyen bir general olarak değerlendirdiği savı güçlenmektedir.

İncelenmesi gereken bir diğer ilişki ise Mustafa Kemal ve Mehmet Talat’ın (nam-ı diğer Talat Bey/Paşa’nın) ilişkisidir. Tıpkı Enver gibi Mustafa Kemal ve Talat’ın muhtemel tanışma tarihi, Mustafa Kemal’in İTC’ye katıldığı 1907 yılıdır. İkilinin ilişkisi, Enver ile Mustafa Kemal’in arasındaki çekişmeli ve dalgalı olan ilişkinin aksine, farklı mesleki gruplara mensup olmaları (Mustafa Kemal asker iken Talat sivildir.) ve Mustafa Kemal’in yönetici kadrosunun bir parçası olmaması dolayısıyla daha uzaktır. Bundan dolayı aralarında ciddi bir tartışmanın, bir çekişmenin yaşanmaması doğaldır. Ancak Talat ile arasında bir münasebetin, iletişimin olduğu söylenebilir. Yukarıda bahsedildiği gibi, Talat, Mustafa Kemal’e, Trablusgarp’a gitmesini salık verdiği bir mektubu doğrudan göndermiştir. Önceden değinildiği gibi onu, 1910’da düzenlenmiş bir toplantıya davet edilmiştir. Mustafa Kemal’in hâlâ Selanik’te olduğu vakitlerde kolordu komutanını ziyaret eden Talat Bey’in onun yanına uğrayıp selam verdiğini Asım Us, Atatürk’ten dinleyerek aktarmıştır.[226]

Atay’ın aktardığına göre 23 Ocak Darbesi gerçekleştirilmeden önce Gelibolu’ya gittiği zaman Talat Bey önce Mustafa Kemal Bey ile görüşmüş, sonra beraber Ali Fethi’nin yanına gitmişlerdir.[227] Bunlar dışında ikilinin zaman zaman iletişim kurmuş olduğunu gösteren birkaç hatıra daha mevcuttur. Emel Akal, bu hatıralardan özellikle Atay’ın aktardıklarına dayanarak Mustafa Kemal ile Talat birbirlerine karşı “teklifsizdir” demektedir.[228] Akal’ın yorumunun yerinde olduğu söylenebilir; zira gerçekten birçok kez iletişim kurmuşlardır. Yukarıda bahsi geçtiği üzere Mithat Şükrü’nün dediğine bakılacak olursa Mustafa Kemal, Talat’ın yanında samimi ve rahat davranabilecek kadar yakındır. Buna rağmen ikisinin de birbiri hakkında ne düşündüğünü belirlemek zordur. Özellikle Talat’ın Mustafa Kemal hakkındaki hisleri tahmin etmek mümkün gözükmemektedir. Daha önce değinildiği üzere, Mustafa Kemal, Trablusgarp gibi önemli ve zorlu bir göreve gitmesi için bizzat Talat tarafından seçilmiştir. Bu, Talat’ın Mustafa Kemal’in yeteneklerini çok önceden fark etmiş olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte daha sonra değinileceği üzere Talat’ın Mustafa Kemal’i 1914’te kişisel olmayan sebeplerden emekli ettirmeye çalıştığına dair bir iddia da mevcuttur. Ancak bize, Mustafa Kemal hakkındaki düşüncelerinin ne olduğu  konusunda fikir verecek bir olay yoktur. Buna karşın Mustafa Kemal’in Talat hakkındaki düşüncelerine ilişkin daha somut tahminlerde bulunabileceğimiz az da olsa veri mevcuttur. Resmi hatıratında Mustafa Kemal, Talat’ın ölümünden ötürü üzüldüğünü belirtmiştir.[229] Atay ise onun Talat’ı “Vatansever” olarak tanımladığını ve hatta yaşıyor olsaydı bir ihtimal beraber çalışabileceklerini yazmıştır.[230] Bu, ona karşı en azından sempati duyduğunu göstermektedir.  Ancak ikisi arasındaki ilişki birçok yönden hâlâ muğlaklığını korumaktadır.

Üç paşaların sonuncusu olan Ahmet Cemal Paşa ile olan ilişkileri ise diğerlerinden farklıdır. Mustafa Kemal Nutuk’ta, tıpkı diğerleri gibi 1907’de tanışmış olduğu Cemal Bey için, devrimin başarısı için birlikte çalıştıklarını söylemektedir.[231] Aralarında diğerlerinden ziyade bir arkadaşlık ilişkisinin olduğunu düşündüren bazı söylemler ve anılar da mevcuttur.  Mustafa Kemal Paşa’nın Cemal Bey için kullandığı olumlu ifadeler ve hatta Cemal’in kendisine olan yardımları, aralarında böyle bir muhabbetin olduğunu göstermektedir. Örneğin Mustafa Kemal “Cemal Paşa’nın bana ayrıca bir muhabbet ve merbutiyeti olduğunu zikretmek de vazifemdir.” demektedir.[232] Bunun yanı sıra Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Cemal Paşa’yı sevdiğini, hatta milli mücadele zamanı bile onu Anadolu’yu alma niyetinde olduğunu yazmaktadır.[233] Atatürk, ayrıca Ruşen Eşref’e, eğer Anadolu’ya gelebilseydi ona görev vereceğini, bayındırlık konularında ondan yararlanabileceğini de söylemiştir.[234] Bunlardan anlaşılacağı üzere ikisinin ilişkilerinin iyi olduğu ve aralarında bir dostluk bulunduğunu söylemekte bir beis yoktur.

Talat, Enver, Cemal Paşalardan ayrı olarak iki İTC lideriyle olan ilişkileri hakkında bir şeyler söylemek mümkündür. Bunlardan ilki Dr. Nazım’dır. Dr. Nazım ile Mustafa Kemal Paşa’nın ilişkilerine değinenler, genellikle milli mücadele ve sonrasında gerçekleşen olaylardan ötürü ikilinin birbirini sevmediği görüşündedir. Ancak Şükrü Hanioğlu’na göre İTC yıllarında her ikisi de iyi anlaşmaktaydı.[235] Dr. Nazım’ın Mustafa Kemal’in paşalığa yükselmesi için çalışmış olduğu düşünülürse, bu mümkündür. Bu noktada Dr. Nazım’ın Mustafa Kemal Paşa’ya karşı görüşlerinin değişmesindeki en büyük etken Milli Mücadele zamanı Talat ve diğer İttihadçı arkadaşlarının yurda girmesine izin verilmemesi, orada Ermeni komitacılar tarafından öldürülmeleri olsa gerektir. Dr. Nazım cumhuriyet döneminde bu sebeple paşanın bir muhalifi olmuş ve sonrasında İzmir Suikastı Davası’nda idama mahkum edilmişti. İlişkilerin başta iyi olduğu, sonradan iki tarafın birbirine husumet duyduğunu kabul etmek en doğrusu olacaktır. Bir diğer lider ise Dr. Bahaeddin Şakir’dir. Cemal Kutay’da olduğu iddia edilen bir mektuba göre, Mustafa Kemal henüz 1906’da doktora onun durumuna üzüldüğüne dair mektup yollamıştır.[236] Bu mektubun doğruluğu şüphelidir; zira kendi cemiyetinin başka bir cemiyete katıldığının haberini dahi alamamış Mustafa Kemal Bey Şam’dan Paris’e mektup göndermesi eşyanın tabiatına aykırıydı. Böyle bir mektup eğer gerçekten varsa, ancak bunu kendi cemiyetinin yeni şubesini açmak için gittiği Selanik’te yazmış olabilir. Bu da Mustafa Kemal’in Paris’teki Terakki ve İttihad Cemiyeti ile ilişkisi olabileceğini göstermektedir. Bunun dışında Dr. Bahaeddin ile bunun dışında birkaç kez temas kurduğunu bilinmekte, ancak bir tanesi hariç hepsi I. Dünya Savaşı’na rast gelmektedir. Yukarıda bahsedildiği üzere 1910 yılında önde gelen İttihadçıların olduğu bir toplantıda beraberdirler. Çanakkale’den İstanbul’a beraber dönmüşlerdir ve yolda konuşmuş olmaları da ihtimal dahilindedir.[237] Sonrasında Midhat Şükrü Bey’in evindeki yemekte karşılaşmışlardır, ancak bu sefer Mustafa Kemal soğuk bir tavır takınmıştır. Son olarak, kendisinin hatıralarında yer verdiğine göre, Mustafa Abdülhalik Renda, 1917 yılının Mart ayında Bahaeddin Şakir ve Mustafa Kemal Paşa’yı Halep’teki evinde misafir etmişti. Yemekten sonra paşa ve doktor çekilmiş, uzun uzun konuşmuşlardır.[238] Konuşmanın içeriği bilinmese bile ikilinin arasında, uzunca sohbet edebilecek denli bir yakınlığın bulunduğunu düşünmek yanlış olmayacaktır. Milli Mücadele zamanı kendisinin yurda dönmesine izin verilmemiştir ve yurtdışında Ermeni komitacıları tarafından öldürülmüştür. Ancak Mustafa Kemal Paşa ölümünden sonra ailesiyle ilgilenmiş ve çocuklarını okutmuştur. Hatta eşi ve çocuklarına “Erk” soyadını bizzat veren Atatürk’tür.[239]

Görüldüğü üzere, Mustafa Kemal Paşa’nın gerek İTC lideri olan üç paşayla, gerekse de cemiyetin diğer bazı önemli isimleriyle -yoğunluk ve yakınlık dereceleri zamana ve şahsa göre değişmek üzere- ilişkileri bulunmaktaydı. Bu ilişkilere dair yukarıda anlatılanlar, bize, onun İTC içindeki önem ve konumunu tayin etme noktasında dikkate değer bilgiler sunsa da net bir tespit için tek başına yeterli değildir. Daha net bir Mustafa Kemal fotoğrafı elde etmek adına; cemiyet içindeki kliklere, Mustafa Kemal’in bu klikler karşısında aldığı konuma, hatta tam olarak hangi kliğin içinde mevzilendiğine de yer vermek gerekmektedir.

VIII. Mustafa Kemal’in Mensup Olduğu Hizip

İTC içerisinde hangi kliklerin olduğu veya Mustafa Kemal Paşa’nın hangi kliğin bir parçası olduğu hususunda, meseleyle ilgilenen tarihçiler arasında bir fikir birliği mevcut değildir. Emel Akal sadece Enver ve Talat’a ait iki ayrı fraksiyonun olduğu görüşündedir.[240] Zürcher ise İTC’nin askeri kanadının içindeki gruplardan bahsetmektedir.[241] Eski bir İttihadçı olup sonrasında CHF milletvekili olan Hüseyin Aziz Akyürek ise, hatıratında Talat, Enver, Cemal ve Halil kontrolündeki dört ayrı “fırka”nın varlığından bahsetmekteydi.[242] Zürcher ve Şükrü Hanioğlu, Mustafa Kemal’in Cemal Paşa hizbinin bir parçası olduğunu düşünmektedir.[243] Akal ise Mustafa Kemal ve Ali Fethi’nin Talat kliğinin parçası olduğunu ortaya atmaktadır.[244] Mehmet Seyitdanlıoğlu bu konuda farklı bir görüşü savunmaktadır: Ona göre, Mustafa Kemal, Ali Fethi Bey ile birlikte kendi önderliğinde ayrı bir “liberal” hizbin parçasıydı.[245] Bu karışıklıktan ötürü, aşağıda, önce Mustafa Kemal’in hangi kliğin parçası olabileceğine dair olasılıklar değerlendirilecek, ardından da yazının savunduğu kliğe mensup olma ihtimali üzerinden diğer gruplarla olan ilişkileri mercek altına alınacaktır.

Çoğu tarihçinin en başta elediği “Enver kliğine mensup olma ihtimali” aslında göz ardı edilmememesi gereken bir ihtimaldir.. Örneğin, İTC’deki kliklerini sivil-asker olarak ayıran Emel Akal’a göre, bir asker olan Mustafa Kemal Paşa’nın Enver kliğinin parçası olması muhtemeldir. Tabii, klik sayısının birden fazla olmasından ötürü yukarıdaki sav pek de makul olmasa gerektir. En azından yetersiz olduğu söylenebilir. Ancak Mustafa Kemal’in Enver kliğinin bir parçası olabileceğini düşündüren iki anı mevcuttur. İlki, yukarıda bahsedildiği üzere, Topal İsmail Hakkı Paşa’nın Enver Paşa adına Mustafa Kemal Paşa’ya, askeri bir darbe sonucu kurulacak yeni hükûmette nazırlık teklif etmesidir. Bir diğeri, Mustafa Kemal Paşa’nın yaveri Şükrü Tezer’in aktardığına göre, yine Enver adına başka bir teklif daha yapılmıştır. Bu teklif saltanatın kaldırılması ve cumhuriyetin ilan edilmesi üzerineydi. İsmail Hakkı Paşa, Mustafa Kemal’e bu konudaki düşüncelerini sormuş ve “henüz zamanı değil” minvalinde bir cevap almıştır.[246] Bu iki hatıranın gösterdiği üzere iktidarla ilgili meselelerde Enver Paşa, Mustafa Kemal’in fikrini sordurmakta ve onun desteğini almaya çalışmaktaydı. Ancak bunu, tıpkı onun grubunun bir mensubuymuş gibi, bizzat görüşerek değil sağ kolu aracılığıyla yapmaktaydı. Bununla birlikte Ragıp Esatlı’nın aktardığı bir rivayete göre, Talat Paşanın, Enver Paşa’nın nazırlığa getirildiği günlerde, Merkez-i Umumi’ye sürekli karşı çıktıkları dolayısıyla emekli edilmelerini istediği bir grup subay mevcuttu. Bu listedeki isimler şunlardı; Mahmut Kamil, Galip, Mustafa İsmet, Kerim ve Mustafa Kemal. Mustafa Kemal dışındakilerin ortak bir noktası ise aslında Enver Paşa’nın adamı ve destekçisi olmalarıydı. Esatlı’ya göre, Talat’ın bunun arkasındaki esas amacı orduyu Enver Paşa’ya karşı kışkırtmak olsa da Enver bunu onaylamamıştır.[247] Enver Paşa’nın destekçisi olan subayların arasında Mustafa Kemal’in bulunması bir tesadüf müydü, yoksa onun adamlarından birisi olmasından mı kaynaklanmaktaydı? Bu konuda net bir şey söylemek zordur. Bu rivayetin doğruluğuna da şüpheyle yaklaşmak uygun olacaktır. Buna rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın savaş döneminde Enver karşıtı girişimleri, onun bu kliğin bir parçası olamayacağını göstermektedir. Fikrinin ve desteğinin alınması için girişimlerde bulunulmasının sebebine ise aşağıda değinilecektir.

Mustafa Kemal’in içerisinde bulunmasının mümkün olduğu diğer bir klik ise Talat Paşa grubudur. Hatırlanacağı gibi, Mustafa Kemal’in henüz aktif bir İTC üyesiyken yaptığı öneriler partinin sivilleşmesi ve liberal demokratik yöntemlerin uygulanması üzerinedir. Talat Paşa’nın da sivilleşme yanlısı oluşuna dayanarak Mustafa Kemal Paşa’nın da bu kliğin parçası olması da mümkündür. Bunun yanı sıra, unutmamak gerekir ki, Mustafa Kemal, görüşlerini her daim Talat Paşa’ya bildirmiştir.[248] Bunun dışında, Atay’ın aktardıklarına bakılacak olursa, Mustafa Kemal Paşa zaman zaman ne yaptığına dair Talat Paşa’yı bilgilendirmekte ve önerilerini sunmaktadır.[249] Ek olarak, eğer Enver Paşa’nın darbe yapacağı yönündeki iddia doğru ise, Mustafa Kemal’in bunu doğrudan Talat Paşa’ya ulaştırması da dikkat çeken başka bir meseledir. Tüm bunlara rağmen Mustafa Kemal Paşa, Talat grubunca sevilmemekteydi ve muhtemelen, onlar tarafından Enver Paşa ile denk görülmekteydi. Cavid Bey’in Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırı olma durumuna, öte yandan paşanın arkadaşı olan İsmail Canbolat’ın ve Kara Kemal’in, Mustafa Kemal’in Teceddüt Fırkası riyasetine karşı çıkması bunun göstergesidir.[250] Sivilleşmeden yana olmasına rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın Talat fraksiyonunun parçası olması pek de olası değildir; fraksiyonun üyesi kişilerle olan ilişkisi iyi olsa bile daha ziyade bireysel boyuttadır.

Mustafa Kemal Paşa’nın mensubu olması ihtimali bulunan bir başka klik, triumviranın bir diğer ismi olan Cemal Paşa tarafından yönetilen kliktir. Mustafa Kemal Paşa’nın Cemal Paşa ile yakın ilişkisi ve Batıcılık konusunda aynı çizgide olmaları, onun bu grubun bir mensubu olduğunun yaygın olarak düşünülmesine yol açmaktadır.[251] Yine yukarıda bahsedildiği üzere, Mustafa Kemal Sofya’da olduğu zamanlar gönderdiği mektuplarla dertlerini ve fikirlerini Cemal Paşa’ya bildirmekte, arkadaşı için nezaret ve kendisi için yüksek bir makam istemekteydi.[252] Ancak, Akal’ın belirttiği üzere, aralarındaki ilişki eşit, bireysel bir ilişkidir.[253] Cemal Paşa’nın hatıralarında Mustafa Kemal’den söz ediş tarzı, onun kendisiyle eşit olduğu izlenimini vermektedir. Örneğin, bir alt-üst ilişkisinde mümkün olmayacak şekilde kendisine gücendiğini söylemektedir.[254] Üstüne Rauf Orbay, hatıralarında bu durumun varlığını tasdik etmekte ve ikilinin arasını bulmaya çalışmış olduğunu söylemektedir.[255] Kanaatimce bu eşit ilişki Mustafa Kemal Paşa’nın, Cemal grubunun bir parçası olmadığını göstermektedir. Aralarındaki muhabbet ve iyi ilişki, tıpkı Talat Paşa kliğine mensup arkadaşlarıyla olan ilişkileri gibi bireysellik veya müttefiklik bağlamında değerlendirilmelidir.

            Çoğu tarihçi, Mustafa Kemal’in, güç mücadelesinde belli bir noktaya gelmiş olan gruplardan birisinin mensubu olduğunu savunmaktadır. Ancak Mustafa Kemal’in esasında İTC’nin parti içi muhaliflerinden birisi olmasından ötürü, aslında bu grupların dışında kaldığını düşünmek en doğrusu olacaktır. Yine de bu onun bir hizbe mensup olmadığı anlamına gelmemektedir. Bu çalışma, Mehmet Seyitdanlıoğlu’nun öne sürdüğü ayrı bir hizip ihtimalinin özellikle üstünde durmakta, daha detaylı bir şekilde yer vermektedir. İlk olarak hizip Ali Fethi Bey ve Mustafa Kemal Paşa’nın kontrolünde ayrı bir gruptur. Bu grubun kökenleri, yüksek ihtimalle, 1908 Devrimi sonrası İTC’nin askeri kanadı arasındaki güç mücadelesine dayanmaktadır ve Ali Fethi Bey ile onun astı konumundaki Mustafa Kemal Bey’den oluşmaktadır. Hürriyet Kahramanı Ali Fethi’nin popülaritesinin Mustafa Kemal’e nazaran daha yüksek olmasına bakılırsa, o, muhtemelen bu grubun lideridir.[256] Bu grup, 1913’te Edirne’nin geri alınışı sonrasında Enver Paşa’ya mağlup olmuştur. Bu yenilgiden sonra Fethi grubu son bulmuş olsa gerektir. Ancak Ali Fethi ve Mustafa Kemal Beylerin sonrasında ayrı bir siyasi hizip oluşturduklarını düşünmemizi sağlayacak veriler de mevcuttur. Öncelikle yukarıda değinildiği üzere Mustafa Kemal’in Sofya’da iken Cemal Paşa’ya yazdığı mektuplarından birisinde kendisi için önemli bir danışmanlık görevi isterken Ali Fethi’nin ise kabineye alınması gerektiğini yazmıştır. Takip edilen bu strateji, ikilinin birbirini desteklediğini ve aynı zamanda güç odağının bir parçası olmaya çalıştıklarının en büyük işaretlerinden birisidir. İsmet İnönü, hatıralarında Ali Fethi ve Mustafa Kemal hakkında İTC içerisinde “Ayrı bir grup teşkil ederdi.” diyerek, ikilinin gerçekten de ayrı bir grup oluşturduğunu onaylamaktadır.[257] Ali Fethi Bey’in istifası yeni bir hizbin kurulması için ilk adım olabilir; zira bu iki arkadaşın uzlaştığı bir sivil siyasetçi yoktu. Bununla birlikte 1917’de Enver’in darbe yapacağı yönünde bir iddia atılarak iki ayrı fraksiyonu çatıştırma yönündeki girişim, planlı bir  siyasi komplodan ibaretti ve bu olayın, Ali Fethi’nin İstanbul’a gelerek mebus yapılmasından sonra gerçekleştiği unutulmamalıdır. Ali Fethi Bey’in 1918’de Meclis başkanlığı için girdiği seçimde aday olarak 53 oy alması ve beraberinde istifa etmesinin akabinde birkaç mebusla birlikte yeni bir parti kurmuş olması, küçük bir siyasi grubun varlığını göstermektedir.[258] Mustafa Kemal Paşa’nın üye olmasa bile bu partiyi desteklemiş olduğu ve onunla birlikte çalıştığı ise kesindir. Bu, muhtemelen, ikilinin arkadaşlıktan ziyade baştan beri var olan siyasi ortaklığından kaynaklanmaktaydı. Ali Fethi’nin mecliste ayrı bir grup kurma girişiminde bulunması, 1913’te Mustafa Kemal’e söyledikleriyle çelişmektedir. Bu da en baştan beri sadık bir İttihadçı imgesi oluşturmaya çalışan hatıratın[259] bu konuda doğruyu söyleyip söylemediği konusunda şüphelenilmesine yol açmaktadır. İkilinin o konuşma sırasında verdiği karar, belki de, ortalık sakinleşene kadar beklemek ve zamanı geldiğinde parti içerisinde iktidarı ele geçirebilmek için güçlenmekti. Ali Fethi Bey belki bu yüzden Mustafa Kemal Bey’in istifa etmesini uygun bulmamıştır. Zira askeri kanadın başını çekecek bir kişiye ihtiyaç vardı. Ne yazık ki bu konuşmada gerçekten neyden bahsedildiğini bilmek asla mümkün değildir. Dolayısıyla, o dönemdeki birçok olgu gibi, bu konuda söylenenler tahminden öteye gitmemektedir. Ancak yapılan faaliyetlere bakılacak olursa, en yüksel ihtimal, yukarıdaki konuşmanın bir benzerinin aralarında gerçekleşmiş olmasıdır. Daha önce Lawrence’nin de bahsettiği üzere, Mustafa Kemal Paşa ordu içerisindeki bir hizbin lideri olarak geçmekteydi ve destekçisi olan subaylar vardı. Enver Paşa’nın darbe yapacağı ve cumhuriyeti getireceğine yönelik iddialar doğru ise, bu hedeflerini gerçekleştirmek için Mustafa Kemal’i “yanına çekmeye” çalışmış olması olasıdır. Yanına çekme çabaları ise, muhtemelen, ona karşı gelebilecek ordu içerisinde ayrı bir grubun liderliğini gerçekten yapıyor olmasıyla ilişkilidir. Mustafa Kemal Paşa’nın 8 Temmuz 1918’de Karlsbad’da not defterine yazdığı iki madde, o sıralar siyasi meseleler üzerine odaklandığının en büyük göstergelerindendir: İlki, Talat Paşa’nın Cemal Paşa’ya neden soğuk davrandığı üzerineyken ikincisi Enver Paşa’nın kendisine karşı ne gibi politikalar uygulayacağına ve araması gereken çözümlere dairdir.[260]

Bununla birlikte bu hizbin diğer hiziplerle olan ilişkisi tartışmaya açıktır. Teceddüt Fırkası’nın başkanlığı meselesinde karşı çıkıldığı üzere, Enver karşıtı bir diğer hizip tarafından da sevilmedikleri kesindir. Bu Ali Fethi-Mustafa Kemal hizbinin karma bir grup olmasından kaynaklanıyor olabilir. Ancak ilişkilerinden ve faaliyetlerinden yola çıkılacak olursa Enver Paşa ve Talat kliklerine de karşı oldukları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte Cemal Paşa üzerinden güç odağının bir parçası olma girişiminde bulunmuş oldukları ve hem Mustafa Kemal’in hem Ali Fethi’nin onunla iyi birer ilişkisinin olduğuna bakılırsa, paşanın grubuyla bir ittifak kurdukları düşünülebilir. Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal’in İTC içinde hangi kliğe mensup olduğu meselesi tam olarak netliğe kavuşmuş değildir.

Sonuç

Mustafa Kemal Bey’in, önem bakımından Enver ve Hafız Hakkı Paşalar ile yakın dostu Ali Fethi Bey gibi önde gelen Harbiyeli İttihadçıların gerisinde kalmasında, cemiyetin kuruluş safhasında ve Devrim’e giden süreçte ön plana çıkamamış olması gibi bazı faktörler etkili olmuştur.

İTC öncesindeki ve sonrasındaki devrimci faaliyetleri, Mustafa Kemal Bey’in aktif bir isim olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Devrim’in getirdiği düzeni Trablusgarp’ta tesis etmek için Cemiyet adına yürüttüğü faaliyetler bu aktifliğin iyi bir örneğini teşkil etmektedir. Trablusgarp görevlendirmesi aynı zamanda Cemiyet tarafından kendisine duyulan güveni ortaya koyması bakımından da önemlidir. Bunun yanı sıra, 1909 gibi erken bir tarihten itibaren benimsediği muhalif konuma rağmen, Cemiyet’in önde gelen isimleriyle devam ettirdiği ilişkileri ve Selanik Merkez-i Umumisi’ndeki önemli pozisyonunu –bir rivayete göre- Selanik düşene kadar koruyabilmiş olması da bu güvenin varlığına ayrıca işaret etmektedir.

Mustafa Kemal Atatürk, gençlik yıllarından itibaren son derece aktif bir devrimciydi.  Askeri görevleriyle beraber yürüttüğü hürriyetçi faaliyetler bunu göstermektedir. Özellikle önceleri liderliğini üstlendiği Vatan ve Hürriyet Cemiyeti içinde, daha sonra ise İttihad ve Terakki Cemiyeti’nde devrim hedefi doğrultusunda önemli faaliyetlerde bulunmuştur. 1908 Devrimi’ne giden süreçte haber taşıyıcılığı ve propagandacılık görevlerini ifa ederek yine bu hedefe hizmet etmiştir. Devrim’den sonra ise, Sultan Abdülhamit karşıtları açısından öteden beri sembolik bir önemi haiz olan Trablusgarp’ta yeni düzenin tesisini gerçekleştirmek üzere görevlendirilmiş ve bu görevi başarıyla tamamlamıştır. Sonrasında 31 Mart İsyanı’nın bastırılmasında da aktif rol oynamıştır. Trablusgarp’ın İtalyanlara karşı müdafaasında Enver Bey’in komutasında önemli bir rol üstlenmiştir. Balkan Harbi’nde de görev alan Mustafa Kemal Bey’in, üstü ve aynı zamanda yakın dostu Ali Fethi Bey’le birlikte, üstü konumundaki diğer bir isim olan Enver Bey’e karşı giriştiği rekabet bu savaş sürecinde yoğunlaşmıştır; bu rekabet, Ali Fethi Bey’in yanında konumlanmış bulunan Mustafa Kemal Bey’i de doğrudan etkilemiştir. Bunun sonucunda Mustafa Kemal Bey –kısmen kendi isteğiyle- Sofya’da ataşemiliter olarak görevlendirilmiş, böylelikle geçici bir süre için pasifize olmuştur. 1914’te patlak veren Harb-i Umumi Mustafa Kemal’e yıldızını yeniden parlatmak için büyük bir şansı vermiştir; Çanakkale’de başarılı bir performans sergileyerek zaferin elde edilmesinde önemli bir rol oynayan Mustafa Kemal Bey’in adı ülke genelinde duyulmuştur. Bu sayede, Çanakkale’den döndükten sonra, iktidar odağından uzakta ve bir muhalif olarak da olsa, İTC çevresinde yeniden öne çıkan bir isim olabilmiştir. Mustafa Kemal’in İTC macerası, 1918’de Parti’nin kapanmasıyla resmen sona ermiştir.

Mustafa Kemal’in 1909 Kongresi’nde açığa çıkan Parti içindeki muhalif tavrı, onun İTC üyeliği konusunda en çok öne çıkarılan mevzudur. Söz konusu muhalefetin İTC dışına taşmadığına, İTC’nin içinde, parti içi muhalefet sınırlarında kaldığına dikkat edilmelidir.[261] Bu muhalif konumuna rağmen Mustafa Kemal Bey, Parti içindeki pek çok önemli isimle ilişki kurmuştur. Enver, Talat ve Cemal üçlüsünün yanı sıra Dr. Bahaeddin Şakir ve Dr. Nazım, Mithat Şükrü (Bleda) Beyler gibi önde gelen diğer bazı İTC üyeleriyle Mustafa Kemal Bey’in ilişkileri bu anlamda önemli örnekler teşkil etmektedirler. Bunlar arasından Enver Paşa ile olan ilişkisinin, daha ziyade rekabet ve muhalefet etkisi altında kaldığı görülmektedir. Pek çok üst düzey üye ile belli ölçüde bir yakınlığa veya ilişkiye sahip olduğunu söylemek mümkün olsa da Mustafa Kemal Bey’in, Ali Fethi Bey ile birlikte liderliğini yürüttüğü ayrı bir hizbe mensup olduğu anlaşılmaktadır. Onun parti içinde hangi hizbe üye olduğu meselesi için net bir fotoğraf ortaya koymak ise, eldeki mevcut verilerle mümkün değildir.

Mustafa Kemal Atatürk, bir zamanlar İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin aktif, güvenilir, saygın, tanınmış, -kısmen- önemli ve bununla birlikte, muhalifliği ile oldukça ön plana çıkan bir üyesiydi. Bu çalışma içerisinde yer verilen pek çok hatıra bunu doğrular niteliktedir. Cemiyet içinde Mustafa Kemal’in en çok öne çıkan üç yönünden söz etmek mümkündür: Bunların ilki, kendisinin askeri kanattan gelen bir isim olarak bu konumunu devam ettirmiş olması, Parti’nin iktidar odağına yönelik muhalefetini dahi esas olarak askerlik zemininde yürütmesidir. Nitekim, Enver Bey/Paşa ile olan rekabetinin içeriğinin ağırlıklı olarak askeri sorunlar, fikir-metot ayrılıkları üzerine olduğu görülmektedir. İkincisi, Mustafa Kemal Cemiyet yönetimi karşısında muhalif bir tutum ve tavrı benimsemiştir. Bu durum 1909 gibi erken bir tarihte söz konusu olmaya başlamıştır. Son olarak, bu muhalif konumuna rağmen Mustafa Kemal’in aslında İTC içerisinde oldukça uyumlu ve -kişilere değil- Parti’ye sadık bir profil çizdiği anlaşılmaktadır. Trablusgarp misyonu ve sonrasında Trablusgarp müdafaasına iştiraki, bunlara ek olarak Enver, Talat ve Cemal Paşaların kendisine duydukları güvene dair çeşitli hatıratlarda yer alan beyanatlar da bu durumu doğrulamaktadır.


* Editör: Doğukan Temizel, Kerem Ali Vahap.

[1]: Konu üzerine çalışılmaya devam edilmektedir. Bunun son örneği çalışmasına hâla devam eden Şükrü Hanioğlu’dur.

[2]: Öyle ki Sabiha Gökçen, hatıratında Atatürk’ün İttihad ve Terakki’ye hiç katılmadığını dahi iddia eder. Sabiha Gökçen, Atatürk’le Bir Ömür, Altın Kitaplar Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul: 2007, s. 168.

[3]: François Georgeon, Sultan Abdülhamid, çev., Ali Berktay, Homer Kitabevi, İstanbul: 2006, s. 388.

[4]: Sadi Borak, Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri , Kaynak Yayınları, 2. Baskı, Ankara: 1997, s. 23.

[5]: Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İnkılap ve Aka Kitabevleri, İstanbul: 1967, s. 34.

[6]: Mustafa Kemal Atatürk’ün uzun yıllar yanında bulunmuş yakın arkadaşı Ali Fethi Okyar ile karıştırılmamalıdır.

[7]: Muhammet Veysel Zortul, “Serasker Mehmed Rıza Paşa”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2014, s.220,-221; Erik Jan Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, çev., Nüzhet Salihoğlu, Bağlam Yayınları, İstanbul: 1987, s. 64-65.

[8]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 65.

[9]: Lütfi Bey’in bu iki subayla aynı fikirleri paylaştığını düşünmesinin sebebi belirsizdir. Yüksek bir ihtimalle bunun sebebi daha önce tutuklanmış olduklarına dair kendisine bilgi verilmiş olmasıdır.

[10]: Alaattin Uca, İttihat Terakki ve Atatürk, Palet Yayınları, Konya: 2020, s. 54; Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s.65-67.

[11]: Zürcher Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 68, 69.

[12]: Toplantıya katılanların sayısı ve kim oldukları kesin olmamakla birlikte verilen birkaç isim vardır: Ömer Naci, Hakkı Baha, Hüsrev Sami, Bursalı Mehmet Tahir, İsmail Mahir, Mustafa Necib. a.g.e., s. 69-70.

[13]: Faik Reşit Unat, “Atatürk’ün II. Meşrutiyet İnkılâbının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge”, Belleten, Nisan 1962, C. XXVI, S. 102, s. 345, 348; Zürcher Milli Mücadelede İttihatçılık, s.71-72.

[14]: Unat, “Atatürk’ün II. Meşrutiyet İnkılâbının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge”, s. 340-342.  .

[15]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 75.

[16]: a.g.e., s, 76-83.

[17]: Kazım Karabekir, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul: 2011, s. 106; Uca, İttihat Terakki ve Atatürk, s. 62.

[18]: akt. Emel Akal, Millî Mücadele’nin Başlangıcında Mustafa Kemal, İttihat Terakki ve Bolşevizm, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul: 2018, s. 61, 62 

[19]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s.56-57.

[20]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 113. 

[21]: İngiliz Yıllık Raporları’nda Türkiye (1920), haz., Ali Satan, çev., Burak Özsöz, Tarihçi Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul: 2010, s. 158.

[22]: Unat, “Atatürk’ün II. Meşrutiyet İnkılâbının Hazırlanmasındaki Rolüne Ait Bir Belge”, s. 343. 

[23]: Zürcher. Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 82.

[24]: Yukarıda belirtildiği gibi cumhuriyetin tarih anlatımında Vatan ve Hürriyet ile İTC temelde aynı cemiyetti. İTC liderleri, Mustafa Kemal’in hakkını gasp etmişti. Bu tarih anlatısının Mustafa Kemal’in perspektifini yansıttığı düşünülebilir.

[25]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 83.

[26]:Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908), haz. Halil Erdoğan Cengiz, İletişim Yayınları, İstanbul: 1991, s. 104.

[27]: akt. Uca, a.g.e., s. 67.

[28]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 126-127.

[29]: Lord Kinross, Atatürk Bir Milletin Yeniden Doğuşu, çev., Necdet Sander, 9. Baskı, Sander Yayınları, İstanbul: 1984, s. 58. 

[30]: Aykut Kansu, 1908 Devrimi, çev., Ayda Erbal, İletişim Yayınları, İstanbul: 1995, s.  98-99.

[31]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 84.

[32]: Falih Rıfkı Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, Cumhuriyet, İstanbul: 1999, s. 16.

[33]: akt. Uca, a.g.e., 67.

[34]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 84.

[35]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 111. 

[36]: Her türlü bu ihtimale mesafeli yaklaşılmalıdır, zira İsmail Canbolat’ın sonrasında ifade ettiğine göre böyle bir cemiyetten haberi yoktur.

[37]: akt. Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 85.

[38]: a.g.e., s. 77.

[39]: Ahmed İzzet Paşa tatbikatın gerçekleştiği tarih için sonbahar mevsimini göstermektedir, ancak Atatürk’ün askeri biyografisini yazmış olan Gawrych bu tatbikatın gerçekleştirdiği tarih olarak ağustos ayını vermektedir. George W. Gawrych, Genç Atatürk Osmanlı Zabitinden Türk Devlet Adamına, çev., Gül Çağalı Güven, Doğan Kitap, İstanbul: 2014, s. 44.

[40]: Ahmet İzzet Paşa, İstiklal Harbi’nin Gerçekleri Feryadım, haz., Süheyl İzzet Furgaç –Yüksel Kanar, Timaş Yayınları, İstanbul: 2017, C. 1, s. 69; Ahmed İzzet Paşa’nın ne kadar dürüst olduğu şüphelidir. Zira Mustafa Kemal Bey’den hoşlanmamaktadır. Bunda Milli Mücadele sırasında yaşananlardan ziyade Bolayır Harekatı sonrasında İzzet Paşa’nın Mustafa Kemal’in davranışlarını profesyonel askerlikten uzak görmesi ve onun siyasetle ilgilenen bir subay olması büyük oranda etkilidir. Buna rağmen bu anlatı kabul edilecek olursa, askerin siyasete karışmasına kesin bir şekilde karşı olmasını savunan İzzet Paşa’nın Mustafa Kemal hakkındaki düşünceleri daha eskiye kadar götürülebilir. Ahmed İzzet Paşa’nın Mustafa Kemal ‘den neden hoşlanmadığı için bkz. (Münir Aktepe, “Atatürk’ün Sofya Ataşeliği’ne Kadar İttihat ve Terakki Cemiyeti İle Olan Münasebetleri ve Bu Hususla Alâkalı Bir Belge”, Belleten, Nisan 1974, C. 38, S. 150, s. 284-285).

[41]: Fehim Kuruloğlu, “Devrinin Üç Bakanı Gözünden Mustafa Kemal Paşa”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2018, C. 34, S. 97, s. 62. 

[42]: akt. Akal, a.g.e. s. 64; Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, haz., Arı İnan, 8. Baskı Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 2009, s. 76.

[43]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 144.

[44]: İnan, a.g.e., s. 76-78.

[45]: Rachel Simon, “Önderliğin Başlangıç Yılları: Mustafa Kemal’in Libya’yı İlk Ziyareti, 1908”, çev. Tüten Özkaya, Belleten, Ocak 1980, C. XLIV, S. 173, s. 89. 

[46]: İnan, a.g.e., s. 79, 81.

[47]: a.g.e., s. 82.

[48]: Mustafa Kemal Bey ya geri gönderilecek ya da öldürülecekti. a.g.e., s. 80-83.

[49]: a.g.e., s. 83,84

[50]: “Ey ahali! Ey din kardeşlerimiz! Oturduğunuz memleket mahfuz ve siz emin olabilmek için hepinizin büyüğü olan bir kuvvet kudretin bulunması lazımdır. Eğer her birimiz kendi başına bütün dünyaya karşı koyabilecek kuvveti haiz olduğumuzu iddia edersek bu, doğru olamaz. Kuvvetlerimizi birleştirelim, emeklerimizi birleştirelim, eskiden beri aramızda müşterek olan ahlak ve tabiata dayanarak adam olalım” konuşmanın Pan-İslamist yönü din kardeşliği vurgusundan geliyor, Mustafa Kemal’in daha sonra yine Trablusgarp’ta yaptığı diğer konuşmalarda Osmanlılık vurgusu belirgindi. Bu konuşmadaki ümmetçi yönün asıl amacı isyan halindeki Müslüman halkı rahatlatmak ve İttihadçılar için söylenen “dinsiz”, “gavur” algılarını yıkmak olsa gerektir. a.g.e., s. 84-85.

[51]: a.g.e., s. 85-86.

[52]: Simon, a.g.m., s. 90.

[53]: akt. Uca, a.g.e., s. 71.

[54]: Trablusgarp’ta bunu yapıp yapmadığı yoruma açık olmakla beraber Bingazi’de bu faaliyetleri gerçekleştirmiş olması ve bölgede İTC’nin adını sahiplenmiş başka bir cemiyetin kurulması Trablusgarp’ta bir İTC kulübünün olmadığını göstermektedir. Simon, a.g.m., s. 94- 95.

[55]: a.g.m., s. 93.

[56]: Simon, a.g.m., s. 93.

[57]: Abdurrahman Çaycı, “Mustafa Kemal’in Bilinen En Eski Nutku Hakkında Bir Belge”, IX. Türk Tarih Kongresi Ankara, 21-25 Eylül 1981, Kongreye Sunulan Bildiriler, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1989, C. III, s. 2061. 

[58]: Simon, a.g.m., s. 93-95; İnan, a.g.e., s. 87-93.

[59]: İnan, a.g.e., s. 76-77.

[60]: a.g.e., s. 86.

[61]: Abdulnasır Yiner, “Müşir Recep Paşa’nın Askeri ve Siyasi Hayatı (1842-1908)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi, 2006, s. 281.

[62]: Simon, a.g.m., s. 86.

[63]: a.g.m., s. 85-86.

[64]: Andrew Mango, Atatürk, Sabah Kitapları, İstanbul: 2000, s. 84.

[65]: Gültekin Yıldız, Osmanlı Devleti’nde Askeri İstihbarat (1864-1914), Yeditepe Yayınevi, İstanbul: 2019, s. 141-159.

[66]: Simon, a.g.m., s. 96.

[67]: Andrew Mango, bu ihtimalden bahsetmiştir. bkz. (Mango, a.g.e., s. 83-84). Buna rağmen Mustafa Kemal’in Arapça bilmediği unutulmamalıdır bkz. (a.g.e., s. 393.)

[68]: Simon, a.g.m., s. 91.

[69]: “Bende daha sonra doğrulanacağına inandığım, enerjik ve kararlı mizaca sahip bir kişi izlenimi bıraktı. Dikkatimi çeken bazı yerel anarşik eğilimler sürdüğü takdirde, bu iki özellik er geç gerekli görülebilir” akt. Simon, a.g.m., s. 91

[70]: bkz. (Yıldız, a.g.e., s. 141-159).

[71]: Gawrych, a.g.e., s. 26.

[72]: Mango, a.g.e., s. 84.

[73]: İzzet Paşa, a.g.e., s. 68.

[74]: a.g.e., s. 69.

[75]: akt. Uca, a.g.e., s. 71.

[76]: Bölgede dini liderlerin daha etkin olmasından ötürü, Bingazi’de Trablusgarp’a nazaran daha az başarılı olmuştur. bkz. (Simon, a.g.e. s. 87, 88, 95, 96).

[77]: Ahmet İzzet Paşa’nın dediklerini doğru kabul edecek olursak kendisinin propagandaya devam ettiği düşünülebilir. Mango, a.g.e., s. 84.

[78]: Andrew Mango 13 Ocak 1909 tarihini vermektedir tarih için bkz. (aynı yer.)

[79]: İsyanın meşrutiyet karşıtı bir yönü olmasına rağmen bazı partiler dışında birçok İTC muhalifi parti darbeyi destekler. 31 Mart İsyanı için bkz. (Aykut Kansu, İttihadcıların Rejim ve İktidar Mücadelesi 1908-1913, İletişim Yayınları, İstanbul: 2016, s. 75-150).

[80]: Zekeriya Türkmen, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal (Hareket Ordusu Kurmay Başkanı) 31 Mart İsyanı’nın Bastırılmasında Ordunun Rolü, 2. Baskı, Berikan Yayınevi, Ankara: 2016, s. 43; akt. Aktepe, a.g.m.  267-268.

[81]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 91-92.

[82]: a.e., s. 76.

[83]: Ne resmi tarih anlatısını inşa etmiş Bayur’u ne de Kansu’yu bunun için suçlamak makuldür. Yusuf Hikmet Bayur’un bu konu için daha geniş bir kaynağa erişimi olduğu söylenemez. Aykut Kansu’nun çalışmasının ana konusu İttihadçıların iktidar çatışması olmasından ötürü bu konuya odaklanma zorunluluğu yoktur.

[84]: Mango, a.g.e., s. 82.

[85]: Türkmen, a.g.e., s. 43-44, 47.

[86]: Kazım&Teoman Özalp, Atatürk’ten Anılar, 2. Baskı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara: 1994, s. 3.

[87]: akt., Türkmen, a.g.e., s. 48.

[88]: a.e., s. 49.

[89]: Kahraman ifadesi bir tanınmışlık belirtisi olabilir, ancak bunun devrime büyük katkısı olan III. Ordu’nun tüm subayları için kullanılıyor olması olasıdır.

[90]: a.e., s. 72.

[91]: a.e., s. 66.

[92]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 98-99.

[93]: akt. Türkmen, a.g.e., s. 94.

[94]: Daha önce belirtildiği üzere, Mustafa Kemal Bey ordunun ilk nüvesinin yani I. Mürettep Fırkanın kurmay başkanıydı. Zaman içerisinde Hareket Ordusu genişlemişti.

[95]: Türkmen, a.g.e., s. 93-95.

[96]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 113-115.

[97]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 98-99.

[98]: Türkmen, a.g.e., s. 94.

[99]: Bu üç kahraman bizzat Merkez-i Umumi tarafından davet edilir. Davet için bkz. (Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 147).

[100]: Mango, a.g.e., s. 91-92.

[101]: Gawrych, a.g.e., s. 44.

[102]: Ali Fethi Okyar’ın anlattığına göre, Talat, Mithat Şükrü, Cavid, Hüseyin Cahit, Rahmi, Habib, Dr. Nazım, Bahaeddin Şakir, Ömer Naci, Mustafa Necib, Enver, Hafız Hakkı, Mustafa Kemal, Ali Fuad, Remzi, Hüseyin Tosun, Nail Beyler beraber Talat Bey’in evinde toplanmıştır. akt. Akal, a.g.e., s. 64.

[103]: akt. aynı yer.

[104]: Gawrych, a.g.e., s. 46.

[105]: Benjamin C. Fortna, Kuşçubaşı Eşref Efsane Teşkilat-ı Mahsusa Subayının Hayatı, çev., Selçuk Uygur, Timaş Yayınları, İstanbul : 2017, s. 98.

[106]: Falih Rıfkı Atay, Çankaya, Pozitif Yayınları, İstanbul: 2016, s. 77.

[107]: Atay, M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, s. 117.

[108]: Mustafa Kemal’in fedai subaylardan birisi olması ve fedailerin amaçları hakkında bkz. (Philip H. Stoddard, Teşkilat-ı Mahsusa, çev., Hediye Lale Birsaygılı, Yarın Yayınları, İstanbul: 2014, s. 98, 201.)

[109] Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 3. Baskı, İstanbul: 2003, C. 1, s. 127. 

[110]: Klaus Kreiser, Atatürk Bir Biyografi, çev., Dilek Zaptçıoğlu, İletişim Yayınları, 3. Baskı, İstanbul: 2010, s. 85-87.

[111]: Akal, a.g.e., s. 39.

[112]: Bekir Tünay, “Mustafa Kemal ve İttihat ve Terakki”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Kasım 1984, C. 1, S. 1, s. 266 

[113]: Gawrych, a.g.e., s. 51.

[114]: Tünay, a.g.m., s. 266.

[115]: Yaşar Aslanyürek, “Halil (Kut) Bey’in Trablusgarp Savaşı’ndaki Faaliyetleri”, Belgi Dergisi, Yaz 2019, C. 2, S. 18, s. 1569. Enver Bey’in Osmanlı sınırlarını aşan ünü için bkz. (Mango, a.g.e., s. 110).

[116]: Cephe kumandanları ve kurmayları arasında olup takdir edilmemiş olan diğer kumandanlar: Hakkı Bey, Nuri Bey, Süleyman Askeri Bey, Halepli Ethem Paşa ve kurmayları Nazım ve İslam Beyler. Aynı Yer.

[117]: Gawrych, a.g.e., s. 51.

[118]: Aziz Ali’nin muhalefeti için bkz. (Ömer Osman Umar, “Aziz Ali El-Mısri ve Osmanlı Devletine Karşı Faaliyetleri”, Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2003, C. 13, S. 1, s. 419-439).

[119]: Mango, a.g.e., s. 114.

[120]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 529-530.

[121]: Celal Bayar, Ben de Yazdım Millî Mücadele’ye Gidiş, Sabah Kitapları, İstanbul: 1997, C. 4, s. 18. 

[122]: Bayar, a.g.e., s. 19.

[123]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 106.

[124]: Gawrych, a.g.e., s. 53.

[125]: a.e., s. 54.

[126]: Gawrych bu kavgayı profesyonellikten uzak görmektedir. Aynı yer..

[127]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 108.

[128]: Enver, bu sayede, İstanbul’da görev yaparken istemeden de olsa sahada bulunan Mustafa Kemal Bey’e Edirne’yi kurtarabilmesi için uygun bir makam vermiş olacaktı. Aktepe, a.g.m. s. 287.

[129]: Enver, her zaman daha önde olmasına rağmen zamanla 31 Mart İsyanı ve Trablusgarp Harbi sayesinde daha fazla ön plana çıkarak rakipleriyle arasındaki farkı giderek daha fazla açmıştı.

[130]: Enver Bey’in İstanbul’a alınmaması konusunda gösterdikleri sebep subaylar içerisindeki rekabeti arttıracağıydı. Aktepe, a.g.m.  s. 287.

[131]: Gawrych, a.g.e., s. 55.

[132]: Bir önceki ile aynı yer.

[133]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 112-113.

[134]: Fethi Okyar, Üç Devirde Bir Adam, haz., Cemal Kutay, Tercüman Yayınları, İstanbul: 1980, s.203-204.

[135]: Mango, a.g.e., s. 124.

[136]: Fethi Tevetoğlu, “Atatürk-İttihat ve Terakki”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Temmuz 1989, C. 5, S. 15, s. 618; Akal, a.g.e., s. 65 

[137]: Esra Sarıkoyuncu Değerli, “Mustafa Kemal Atatürk’ün Sofya Askeri Ataşeliğinden Ölümüne Kadar Türk-Bulgar İlişkileri (1913-1938)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, 2005, s. 22, 26-29.

[138]: Murat Bardakçı, Şahbaba, İnkılap Kitabevi, 2. Baskı, İstanbul: 2006, s. 543.

[139]: Mango, a.g.e., s. 133-134.

[140]: a.e., s. 137.

[141]: Uca, a.g.e., s. 94.

[142]: akt. Akal, s. 136.

[143]: Mithat Şükrü Bleda, İmparatorluğun Çöküşü, Remzi Kitabevi, İstanbul: 1979, 101-102; Uca, a.g.e., s. 94.

[144]: Bleda, a.g.e., s. 102-104.

[145]: a.e., s. 195.

[146]: Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, Cumhuriyet, İstanbul: 1998, 13-17.

[147]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 115-116.

[148]: Rauf Orbay, Rauf Orbay’ın Hatıraları, haz., Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları, İstanbul: 2005, s. 157.

[149]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 117.

[150]: Atay, Çankaya, s. 116.

[151]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 116.

[152]: Atay, Çankaya, s. 116.

[153]: Zürcher, Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin ile Almanya’ya gönderilmesinin arkasındaki sebeplerden birinin bu olabileceğini düşünmektedir. Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 118; Orbay, a.g.e., s. 155-156.

[154]: T. E. Lawrence, Bilgeliğin Yedi Sütunu, çev., Bilal Çölgeçen, Chiviyazıları Yayınevi, 3. Baskı, Ankara: 2015, s. 627.

[155]: Ali A. Allawi, Irak Kralı I. Faysal, çev., Hakan Abacı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 2016, s. 161.

[156]: Lawrence, a.g.e., s. 628.

[157]: Uca, a.g.e., s. 97-98.

[158]: Bu olaydan bir süre kadar sonra Mustafa Kemal ve Ali Fethi, Enver Paşa’nın darbe yapacağı iddiasını ortaya atacaktır.

[159]: akt. Bardakçı, Şahbaba, s. 92.

[160]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 122-123.

[161]: Zürcher Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 118; Bardakçı, Şahbaba, s. 67; Vamık Volkan&Norman Itzkowitz, Ölümsüz Atatürk, Bağlam Yayınları, 5. Baskı, İstanbul: 2008, s. 145.

[162]: Muhittin Birgen, İttihat ve Terakki’de On Sene İttihat ve Terakki Neydi?, haz. Zeki Arıkan,Kitap Yayınevi, İstanbul: 2006, C.1, s. 460-461.  

[163]: Bardakçı, Şahbaba, s. 83.

[164]: Fethi Tevetoğlu, “Atatürk’ün Güvendiği Bir Kişi: Doktor Rasim Ferid Talay”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C. 7, S. 21, Ankara, 1991, s. 629.

[165]: Buna rağmen Mustafa Kemal Paşa’nın Vahdettin ile olan yolculuk sırasında Enver Paşa aleyhinde konuştuğunu unutmamak gerekir. Düşük bir ihtimal olmakla birlikte, Vahdettin ile anlaşabilmesi için bu şekilde konuşması gerektiği yönünde bir talimat almış olabilir. Ancak bu, Mustafa Kemal’in düşüncelerinin samimi olmadığı anlamına gelmemelidir. Mustafa Kemal Paşa’nın Enver Paşa aleyhine konuşması için bkz. (Bardakçı, Şahbaba, s. 74).

[166]: Bülent Özdemir, Osmanlı’nın Wikileaks Raporları I. Dünya Savaşı Yıllarında İngiliz İstihbarat Raporlarında Fişlenen Türkiye, Yeditepe Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul: 2012, s. 93-94.

[167]: Halil Menteşe, Osmanlı Meclis-i Mebusan Reisi Halil Menteşe’nin Anıları, haz. İsmail Arar, Hürriyet Vakfı Yayınları, İstanbul: 1986, s. 252.

[168]: Mango, a.g.e., s. 186.

[169]: Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul: 2000, s. 328.

[170]: akt. Akal, a.g.e., s. 155.

[171]: a.e., s. 155-156.

[172]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 137.

[173]: Akal, bu tezi ortaya atmış olmasına rağmen Mustafa Kemal’in Harbiye Nazırlığına karşı çıkmasında bu durumun bir etkisi olup olmaması bakımından bir bağlantı kurmaz. Akal, a.g.e., s. 129-130.

[174]: Teceddüt Fırkasının Mustafa Kemal’in nazırlığına ve parti başkanlığına karşı olmasının arkasındaki neden bu olabilir. Teceddüt’ün Mustafa Kemal Paşa’ya karşıtlığı için bkz. (a.e., s. 133.)

[175]: Mustafa Kemal’in mütareke döneminde kendini gizlemekte olan bir İttihadçı olduğu düşünülebilir. Mütareke döneminde İTC ile olan ilişkiler ayrı bir yazı kapsamında değerlendirilecektir. Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 135.

[176]: Melih Tınal, “Bir Siyasal Kişilik Portresi Olarak Dr. Tevfik Rüştü Aras”, Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2001, s. 12-13.

[177]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 139.

[178]: akt. Mango, a.g.e., s. 92.

[179]: Tevetoğlu, “Atatürk-İttihat ve Terakki”, s. 618. 

[180]: Kinross, a.g.e., s. 62.

[181]: Gawrych, a.g.e., s. 43.

[182]: Mustafa Kemal’in pozitivist oluşuyla ilgili bkz. (M. Şükrü Hanioğlu, Atatürk An Intellectual Biography, Princeton University Press, Princeton: 2010, s. 228.

[183]: M. Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük (1889-1902), İletişim Yayınları, İstanbul: 1985, s. 144-145.

[184]: Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 142. 

[185]: Murat Bardakçı, Enver, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 2015, s. 87.

[186]: Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2004, C. 10, s. 235. 

[187]: Mustafa Kemal bir masada arkadaşlarını ileride hangi makamlara atayacağını söyledikten sonra arkadaşı Nuri Bey’in “Sen ne olacaksın?” sorusuna verdiği cevap “Ben de sizleri o makamlara koyabilen olacağım” olması bu niyetin olduğunu göstermektedir. İnan, a.g.e., s. 99.

[188]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 120-121.

[189]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 541.

[190]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 114.

[191]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 348.

[192]: Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, Altındağ Yayınevi, İstanbul: 1967, C. 2, s. 379.

[193]: Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 142. 

[194]: Kansu, İttihadçıların Rejim, s. 357.

[195]: Ali Fuad Cebesoy, 1907’de Misak-ı Millî, haz. Faruk Sükan ve Cemal Kutay, Acar Matbaacılık, İstanbul: 1989, s. 40-41.

[196]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 100.

[197]: Atay, Çankaya, s. 82-83.

[198]: Bayar, a.g.e., s. 18.

[199]: Mithat Sertoğlu, “Balkan Savaşı Sonlarında Edirne’nin Kurtarılması Hususunda Hemen Teşebbüse Geçilmesi İçin Atatürk’ün Harbiye Nezaretini Uyarışına Dair Bilinmeyen Bir Belge”, Belleten, 1968, C. XXXII, S. 128, s. 467-468.

[200]: Tınal, a.g.t., s. 11.

[201]: Zürcher, Mustafa Kemal’in Radikal Türkçü kanadın bir parçası olduğunu söyler. Ancak Mustafa Kemal her ne kadar Türk ulusçusu olursa olsun parti içerisindeki ılımlı demokratik fikirlerinden yola çıkıldığı takdirde kendisinin hem Türkçü grupta hem demokrat grupta yer edindiğini düşünülebilir. Birgen, a.g.e., s. 135.

[202]: Demokratik metotların savunucuları olmalarına rağmen Ali Fethi ve Mustafa Kemal’in sadece şartların demokrasiye uygun olduğunu düşündükleri zaman bu metotlardan yana olduğunu söylemek mümkündür. Zira ikisi mütareke döneminde bir ihtilal komitesi kurmuştur. İhtilal komitesinin kuruluşu için bkz. (Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 108)

[203]: Akal, a.g.e., s. 53.

[204]: Cemal Necip Gürel, ”İttihat ve Terakki ve Paramiliter Yan Kuruluşları”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi, 2009, s. 33.

[205]: Atay,  M. Kemal’in Mütareke Defteri ve 19 Mayıs, s. 16.

[206]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 57.

[207]: Bu görüşme sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın  İTC için söylenen hakaretlerden rahatsız olduğunu unutmamak gerekir. Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 113-114.

[208]: Cebesoy, 1907’de Misak-ı Millî, s. 40.

[209]: Tınal, a.g.t., s. 8-9.

[210]: Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 134-137.

[211]: Atay, Çankaya, s. 68-69.

[212]: Erhan Çifci ile yapılan kişisel yazışma, 7 Temmuz 2021.

[213]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 99.

[214]: Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 1, s. 142. 

[215]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 99-100.

[216]: Erik, J. Zürcher, Young Turk Legacy and Nation Building: From the Ottoman Empire to Atatürk’s Turkey, I. B. Tauris, London: 2010, s. 135.

[217]: Bleda, a.g.e., s. 104.

[218]: Mustafa Kemal, Ali Fuat’ı Ali Fethi ile tanıştırmıştır. Benzer bir durumu Enver ile tanışıklığı olan Ali Fethi’nin yapmış olması düşük bir olasılıktır.

[219]: Sadrazâm ve Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın Sadaret Günlüğü, Arba Yayınları, İstanbul: 1988, s. 21.

[220]: Okyar, a.g.e., s. 205.

[221]: Kavgayı ayıran Vehib Paşa’nın yeğeni Kazım Taşkent’te bu kavgayı doğrulamıştır. Tevetoğlu, “Atatürk’ün Güvendiği Bir Kişi: Doktor Rasim Ferid Talay”, s. 628.

[222]: a.g.m., s. ,630-631.

[223]: On Yıllık Savaş: Org. İzzettin Çalışlar’ın Not Defterlerinden Balkan, Birinci Dünya ve İstiklal Savaşları, haz. İzzeddin Çalışlar, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul: 2010, s. 292.

[224]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 115-117.

[225]: Gawrych, a.g.e., s. 49.

[226]: Bu ziyarette Mustafa Kemal, Balkan Harbine karşı müdafaa planı hazırlamaktaydı. Savaş zamanı  Talat’ın bu planları kimin uygulayacağı yönündeki sorusuna “Ben” diye cevap vermişti. Kendisine göre bu ziyaretin esas amacı gönül ve hatır almaktı. Ziyaretten sonra Talat, yanındaki arkadaşı Hacı Adil Bey’e “Gördün mü bizim deliyi” demişti. Bu ifade bir hakaret olarak görülse bile İttihadçılar arasında kendilerine deli diyenler mevcuttur. En başta Ömer Naci Bey  1916 yılında mecliste “İttihad ve Terakki kırk mecnundan mürekkep bir heyettir” der ve başta Talat olmak üzere büyük İttihadçıları “deli” olarak tanımlar. Bu sözü söylemesinin arkasındaki sebep Talat’ın planları garip bulmasından ziyade Mustafa Kemal’in düşük rütbesine rağmen  bu planı uygulayabileceği düşüncesinde olması muhtemeldir. akt. Sadi Borak, a.g.e., s. 24-25; Emel Akal, a.g.e., s. 53.

[227]: Atay, Çankaya, s. 82.

[228]: Akal aynı görüşü Mustafa Kemal ve Enver ilişkisi için paylaşmaktadır. Akal, a.g.e., s. 67-68.

[229]: Devamında ise Talat Paşa’yı eleştirir. Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 11-12.

[230]: Atay, Çankaya, s. 398.

[231]: Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Kaynak Yayınları, İstanbul: 2015, 560.

[232]: Cemal Paşa, Mustafa Kemal’in atlarını satamaması üzerine onun atlarını iki bin altın karşılığında bizzat satın alır. Daha sonra Mustafa Kemal’in reddetmesine rağmen atları beş bin altına sattıktan sonra ucuza satın aldığını söyleyerek üç bin altınlık kârını gönderir. Bu, o dönem para sorunu çeken Mustafa Kemal Paşa için çok büyük bir destekti. Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 25-27.

[233]: Atay, Çankaya, s. 398.

[234]: Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, Çağdaş Yayınları, İstanbul: 1991, s. 242.

[235] Hakan Özoğlu, Cumhuriyetin Kuruluşunda İktidar Kavgası 150’likler, Takrir-i Sükûn ve İzmir Suikasti, Kitap Yayınevi, İstanbul: 2011, s. 195.

[236]: Hikmet Çiçek, Dr. Bahattin Şakir İttihat ve Terakki’den Teşkilat-ı Mahsusa’ya Bir Türk Jakobeni, Kaynak Yayınları, 2. Baskı, İstanbul: 2007, s. 23.

[237]: Uca, a.g.e., s. 92.

[238]: M. Abdühalik Renda, Hatırat, haz. Aytaç Demirci-Sabri Sayarı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2018, s. 185.

[239]: Çiçek, a.g.e., s. 23-24.

[240]: Akal, a.g.e., s. 55.

[241]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 101.

[242]: Hüseyin Aziz Akyürek, İstihbarat Savaşları Birinci Dünya Savaşı’nda Suriye ve Lübnan’da Casusluk Faaliyetleri, haz. Polat Safi, Kronik Kitap, İstanbul: 2019, s. 104-105.

[243]: Zürcher, Milli Mücadelede İttihatçılık, s. 102; Özoğlu, a.g.e., s. 195.

[244]: Akal, a.g.e., s. 64.

[245]: Osman Okyar-Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları Atatürk, Okyar ve Çok Partili Türkiye, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara: 1997, s. 17.

[246]: Şükrü Tezer, Atatürk’ün Hatıra Defteri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 3. Baskı, Ankara: 1995, s. 132-133.

[247]: Mustafa Ragıp Esatlı, İttihat ve Terakki Tarihinde Sır Perdesi, Örgün Yayınevi, 2. Baskı, İstanbul: 2004, s. 207-208

[248]: Ahmet Emin Yalman’ın aktardığına göre daha ilk günlerden Mustafa Kemal, İTC’nin yapması gerekenlerin ne olduğunu Talat’a söylemiştir. Mustafa Kemal’in söyledikleri için bkz. (Ahmet Emin Yalman, Yakın Tarihte Gördüklerim ve Geçirdiklerim, haz. Erol Şadi Erdinç, Pera Turizm ve Ticaret A.Ş., 2. Baskı, İstanbul: 1997, 215-216)

[249]: Atay, Çankaya, s. 99, 117.

[250]: Akal, a.g.e., s. 133.

[251]: Cemal Paşa’nın batıcı fikirleri için bkz. (Nevzat Artuç, “Ahmed Cemal Paşa (1872-1922)”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Süleyman Demirel Üniversitesi, 2005, s. 44.)

[252] Mustafa Kemal’in Cemal Paşa’ya mektupları için bkz. (Bardakçı, Şahbaba, s. 541-545.)

[253] Akal, a.g.e., s. 69.

[254] Cemal Paşa, Hatıralar, haz. Alpay Kabacalı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2. Baskı, İstanbul: 2006, 225-226.

[255] Orbay, a.g.e., s. 16-17.

[256]: Ali Fethi’nin adı o dönemin mebuslarından birisi olan Krikor Zohrab’ın bile günlüğünde geçmektedir, bunun için bkz. (Nesim Ovadya İzrail, 1915 Bir Ölüm Yolcuğu Krikor Zohrab, Pencere Yayınları, 2. Baskı, İstanbul: 2013, s. 290-291.)

[257]: İsmet İnönü, Hatıralar I, Bilgi Yayınevi, İstanbul: 1985, s. 148.

[258]: Akal, a.g.e., s. 144-145.

[259]: Ali Fethi Okyar hatıratında İTC’den istifa ettiğini hiç söylemez, Minber’in kuruluşunu İTC’yi savunmak içindir dediğine göre ancak aksine Minber gazetesi İTC’yi eleştirmektedir.

[260]: Prof. Dr. A. Afetinan, M. Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, Cumhuriyet, İstanbul: 1999, s. 24.

[261]: Falih Rıfkı Atay, bu konuyu “Şu var ki Mustafa Kemal hiçbir zaman partiden ve askerlikten ayrılıp, başka siyasi cereyanlara katılmak hevesinde bulunmadı.”, diyerek açıklamaktadır. Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 5.