Cumhuriyet Hakkında


“Cumhuriyet” kavramını tanımlamanın gereğini ifade etmek üzere, devletimizin kuruluş belgesi veya başka bir deyişle “kimliği” olan anayasamızdan bir alıntı ile başlayalım. Okuyucuları mümkün olduğunca sosyal bilimlerdeki fikir ayrılıklarından uzakta tutmaya çalışacağım.

MADDE 1.– Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Türkiye Devleti’nin bir “cumhuriyet” olduğunu zaten bundan öncesinde de biliyordunuz. Peki bunun anlamı nedir?

Açıkçası, sosyal bilimlerin üzerinde durduğu söylemleri tanımlamaya çalışmak, epey zor ve sakıncalı bir faaliyettir. Zira tanımlamalar; anlamını ortaya koymak istedikleri kavramları birtakım kelimelerle sınırlandırırlar ve “olgu”nun durmak bilmeyen devinimini  düşündüğümüzde, adeta o kelimelerin içine hapsederler. Ayrıca kavramların, bağlamdan kaynaklanan nüans farklılıkları vardır. Bundan ötürü, bir kavramı ifade etmenin en sağlıklı yolu, kanımca etimolojisinden ele alarak başlamaktır.

  • “Cumhuriyet” kelimesinin Arapça kökeni cumhur, “kalabalık, halk” anlamına gelmektedir. Basitçe ifade edeceksek cumhuriyet, demokrasiyi düstur edinmiş; iktidarın halkın adına ve halkın seçtiği kimselerce kullanıldığı bir devlet biçimidir. Tanımından da anlaşıldığı gibi “demokrasi” ile etimolojik ve tarihsel açıdan ayrı düşünülemez.
  • “Demokrasi” kelimesinin Antik Yunancaya dayanan kökenine ise, “demos” (halk) ve “kratos” (iktidar) sözcüklerinden teşekkül etmesiyle  ulaşıyoruz. Zaten insanlar, bu sözcükleri doğrudan tanımlamakta zorluk çekseler bile aralarında kendiliğinden ilişki kurmaktadırlar. Bu durum, kavramların arasındaki yoğun ilgiden kaynaklanmaktadır. Demokrasi, herhangi bir devlet faaliyetinin halk iradesiyle ne kadar ilintili olduğunu ve insan haklarına devletçe duyulan saygı düzeyini ortaya koyan bir ilke-parametre, biçiminde ifade edilebilir. Yani demokrasi bir çeşit duruştur, aynı zamanda değişkendir. Devletçe benimsenmesine izafeten; devletin “demokrat” olduğundan söz edilir.

Dolaylı olarak demokrasi arttıkça, başka bir tabirle siyasal iktidarın aidiyeti ve kullanılışı bakımından boy gösterdikçe; insana mensup olduğu toplum düzeni hakkında söz sahibi olma, kendi haklarını fiziksel şiddete gereksinim duymaksızın, hukuksal yöntemlerle, insancıl usullerle koruma, ifade, toplanma ve örgütlenme gibi özgürlüklerden yararlanma hakkı tanınmaktadır. Bu noktada monarşinin hükmü altındaki insan topluluğu olan “tebaa” ile cumhuriyetin esas aldığı “yurttaş” arasındaki farka dikkat çekmekte yarar var.

Cumhuriyet ve ulus

Ulus-devlet teorisine dayalı olarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti, varlığının temelini, yeryüzü parçası (yurt) ve insan topluluğunun geleceği-bekâsı için mücadele eden insan topluluğunun (ulusun) varlığına dayandırır. Demokrasi de insan topluluğunun “tebaa” değil, yönetimde ve dolayısıyla kendi kaderinde söz sahibi olan “yurttaş” olmasını esas aldığına göre, cumhuriyetin esas aldığı insan topluluğu da, çeşitli nitelikleri haiz olacaktır. Bu açıdan cumhuriyet, doğal olarak ulus bilincine ve sevgisine gerçek anlamını kazandırır. Ulusun, devletin egemenlik yetkisine sahip olduğu ve bu yetkisini bir başka irade ile paylaşmaksızın devleti yönettiği, kendi yolunu bu cihetle çizdiği kabul edilir.[1]

Niçin monarşi değil?

Cumhuriyet yerine (klasik) monarşiyi benimseyen ve özümseyen insanlar, öncelikle “yurttaş” değil; “tebaa” olmayı kendileri ve diğer insanlar için uygun bulmaktadır. Kendilerinin ve devletin kaderinin, bir insanın iki dudağı arasında olacağını, bir insanın mutlak hükmü altında bulunmayı kabul ederler. Yan başlığı oluşturan soruyu yanıtlamak gerekirse, insan hakları ve bu hakların güvenceleri, iktidarın hareketlerinin öngörülebilirliği ve denetlenebilirliği bakımından “sağlıklı” bir devlet için demokratik bir rejimin var olması gerekmektedir. Demokratik toplum bilinci ile özdeşleşen haklara baktığımızda, bu hakların demokratik olmayan bir devletin insanında bulunamayacağı -bulunsa bile güvencelenmiş olmayacağı- gerçeğini görürüz. Ertesi gün daha cani, daha baskıcı bir monarkın gelip bu hakları insanların elinden almayacağının garantisi nedir? Veya her monark, halkının iyiliği için mi çalışacaktır?

Kavram karmaşasından da bahsetmek gerekirse (Kralı/kraliçesi olan demokratik ülkeler)

Yazıyı okurken İngiltere, Danimarka, Hollanda gibi demokratik kraliyet ülkeleri aklınıza gelmiş ve kafanız karışmış olabilir. Cumhuriyet kavramının dosdoğru “monarşi” kavramına karşıt olarak doğduğunu biliyorsanız, kafanız haklı olarak daha da karışmış demektir. Ancak buradaki karmaşanın aslında basit bir izahatı vardır. Bu ülkelerin yönetim biçimine, “meşruti monarşi” denir. Meşruti monarşi ile yönetilen ülkelerin devlet başkanları kültürel bir öge olarak var olmakla birlikte, demokrasi ve halk ile barışıktır. Ayrıca bunlar etkin birer siyasal makam olmadıkları gibi bu devletler hemen her yönüyle birer demokratik devlettir. Lakin bu durumda bile, monarkın azımsanamayacak yetkilerinin teorik ve hukuksal olarak var olmasının yanı sıra, monarkların mutlak siyasal ve cezai dokunulmazlıkları da söz konusudur. Demokrasi ile barışık monarklar, siyasal iktidara ilişkin yetkilerini fiilen kullanmamaktadırlar. Ancak hukuksal olarak; anayasal bir perspektif ile yaklaştığımızda, monarkın varlığının demokrasinin sacayağı olan “eşitlik” ilkesine karşı yarattığı çelişki ve monarşinin tabiatında var olan kaideleri akıllara getiren tabirler[2]akıllara mutlaka soru işareti getirecektir.

Cumhuriyet ve meşruti monarşi farkı

Kralın siyasal iktidarı ile halkın ilişkisinin tarihsel durumuna göre ülkeler devlet başkanlığı olarak monarklık makamını azletmiş/azletmemişlerdir. Buna binaen monarşi kavramı devletlere göre ya silinmiştir (cumhuriyet); ya da bu kavram kültürel bir öge olarak varlığını korumuş, devlet yönetimindeki payı azaltılmıştır. (meşruti monarşi)

Yani cumhuriyet kavramı, monark-monarşi karşıtlığı ile demokratik duruşu tarihsel geçmişinde barındırır.

Türkiye’deki tarihsel süreç, 20. yüzyılda padişahların ve hükümetin demokrasi ve bağımsızlık karşıtı hareketleri nedeniyle makamın azledilmesi (saltanatın kaldırılması) şeklindedir. Bundan öncesinde Osmanlı Devleti’nin de  bir meşruti monarşi deneyimi olmuştu.

Atatürk ise, monarşi ile demokrasinin bir arada var olmasının getirdiği çelişkiden yola çıkarak, parlamenter/meşruti monarşiyi, uzlaşmacı niteliğinden ötürü bir nevi aksak demokrasi olarak görmektedir. Cumhuriyeti ise, demokrasinin “tam” olarak vücut bulduğu devlet biçimi olarak ele alır.

Görüntünün olası içeriği: 8 kişi, şunu diyen bir yazı '"Demo krasi ilkesi: egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin TÜRK hükûmet şekli Cumhuriyettir."'

Günümüzde demokratik olmayan, ancak isminde yahut kimliğinde (anayasasında) kendini cumhuriyet olarak tanımlayan devletler olduğunu da unutmamak gerekir. Ancak bu duruma rağmen, cumhuriyet kavramının demokrasi ile tarihsel açıdan oldukça ilişkili olduğu gerçeğini yadsıyamayız.

[1] Bkz. “Self determinasyon” kavramı.

[2] “Kral hata yapamaz”

“Kral bir bakanı öldürürse, bundan başbakan sorumludur; kral başbakanı öldürürse, bundan kimse sorumlu değildir.”


Bu sayfa, TurkInkilabi.com’un özgün içeriğidir.