Diğer Kavramlarla


Kemalizm ve Diğer Kavramlar
Bu başlık altında Kemalizm ve diğer kavramların
ortak özelliklerini ve farklılıklarını belirttik.

1- Kemalizm ve Ordu

2- Kemalizm ve Gençlik

3- Kemalizm ve Kadın

4- Kemalizm ve Demokratik Toplumculuk

5- Kemalizm ve Sosyalizm

6- Kemalizm ve Komünizm

7- Kemalizm ve Din



Kemalizm ve Ordu

Atatürk’ün “ya üniforma ya siyaset” tavrı o kadar nettir ki Cumhurbaşkanı olduktan
sonra, halkın karşısına hep sivil kıyafetle çıkmaya bile özen göstermiştir. Üstelik “mareşal”
üniformasını yaşamı boyunca taşımak hakkına sahip olduğu halde; ve asker kökenli
olmayan birçok devlet başkanının bile resmi törenlerde üniforma taşıdıkları
bir dönemde.. Kemalizm’deki ordu anlayışı Türk ordusunun her müdahaleden
sonra
kışlasına çekilmesiile de açıklanabilmektedir. 
Hiçbir askeri cunta Kemalizm’i ve Atatürk’ü
yadsımadan iktidarda kalamaz. Böyle bir ideolojik yadsımaya gidilmesi de ordunun
desteğini keseceği için askeri yönetim olanaksızlaşır.

Kemalizm ve Gençlik

Atatürk pek çok sözünde, Cumhuriyeti siyasal iktidarlara değil de gençliğe emanet
ettiğini beyan etmiştir. Bunun en temel sebepleri gençlerin yeniliklere açık
bireyler olması,köklü değişikliklerden korkmamaları, daha iyi bir yarın
umut etmeleridir.
Gençlerin “bireysel enerji” düzeyi bu durumu etkileyen
sebeplerin başında gelir.

Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar
gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Yıllar geçtikçe
toplumda iyi bir konuma gelinmesi ve elde edilen olanakların elden kaçırılmamak
istenmesi yaşlı bireyleri tutucu olmaya yönlendirir bu da köklü değişikliklere
meyletmemelerinin sebeplerindendir. Bir başka sebep de elde edilen birikimlerin
yeniden kazanılmasına imkân sağlayacak sürenin de kalmamasıdır.

Genç, kendisi dışında henüz bir sorumluluk üstlenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken
ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tutum takınırken, bir anlamda özgürdür.
Oysa evlenmek ve çocuk sahibi olmakla somutlaşmaya başlayan sorumluluklar zinciri,
ileriki yıllarda adımlarını çok daha dikkatle ve ihtiyatla atmasını gerektirecektir.

Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıla da uysallaşmaya,
tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa bu gençlik hareketleri için söz konusu değildir.
Çünkü gençlik, sürekli yenilendiği için kurumsallaşamayacak, kalıplaşamayacak bir
güçtür. 
İşte tüm bu nedenlerden dolayı, gençler idealisttir. Cumhuriyetin de Atatürk
tarafından gençlere emanet edilmesinde gençlerin bu “idealist” yönü ağır basmaktadır.

Atatürk’ün ve Kemalizm’in gençliğe bakışı Ata’nın Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabesi
ile de anlaşılabilmektedir.

Kemalizm ve Kadın

Türk kadınının durumundaki iyileşmeler kısmen de olsa Atatürk’ten önce başlamıştır.
Kemalist Türkiye döneminde ise hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Kız çocuklarına ilk
ve orta okula gitmesi izni 1858’de verilmişti. Ebe okulu, kız sanat okulu ve kız
öğretmen okulu aynı dönemlerde açılmıştı. İlk kadın yazarlar, kadınlara yönelik ilk
yayın organları yine o sıralarda açılmıştı. İlk kadın derneği ise savaş yaralılarına
yardımcı olmak amacıyla 1867 yılında kuruldu. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra,
kadınların konumlarıyla ilgili bazı önemli gelişmeler daha görüldü. İlk kız lisesi, 1913
yılında İstanbul’da açıldı. Halide Edip Adıvar, Kadın Haklarını Savunma Derneği’ni
(Müdafaa-i Hukuku Nisyan) kurdu. 1914’te bugünkü adıyla Kız Teknik Yüksek
Öğretim Okulu öğretime başladı. 1921’de de, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde
kızlar erkek sınıflarına girdiler.

Kadının “vatandaş” sayılmasına bile karşı çıkan milletvekillerinin neredeyse çoğunlukta
olduğu bir mecliste ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın içinde kadının ileri toplumlardaki
gibi hak sahibi kılmak için ilk adımlar atılmıştı.
Türk kadını 5 Aralık 1934’de seçme
ve seçilme hakkına kavuştuğu zaman, demokrasinin beşiği sayılan Fransa ve İsviçre
gibi ülkelerde kadınlar henüz bu haktan mahrumdular.

Kemalizm ve Demokratik Toplumculuk

Atatürk, Sovyetler Birliği‘nde uygulanan komünizmin üretim açısından getirdiği modeli
yeterligörmediği gibi, birey hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi içermemesini de kendi
amaçlarınauygun bulmuyordu. Sovyet Devleti, sosyalizmin savunduğu değerleri eskiden
olduğu gibi savunmuyordu. demokrasi yerine diktatörlük, bireysel hak yerine ödevler
geçiyordu. Bu yozlaşmayı Atatürk de görmüştü. İçte bir komünist örgütlenmeye de
özellikle bu yüzden karşıydı; çünkü bunun “kayıtsız şartsız Rusya’ya bağlanma” anlamına
geleceğini görüyordu. Böyle bir durum ise tam bağımsızlığı zedelerdi.

Fakat Atatürk’e sorulan Türkiye’ye komunizmi getirip getirmeyecekleri sorusuna ise
Türkiye’de bir işçi sınıfının bulunmayışının komünizmin yerleşmesine engel teşkil ettiği ve
uygulamanın şu an Türkiye’de çok zor olduğu cevabını vermiştir.

Kemalizm ve Sosyalizm

Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere 1919’da Samsun‘a gelen bir Sovyet Albayı,
Havza’da Mustafa Kemal ile görüşür “Ne yapmak istiyorsunuz?” sorusunu Mustafa
Kemal Paşa  “Bizim hedefimiz Devlet Sosyalizmidir.” yanıtını verir
. Buradan
Atatürk’ün İşçi Sınıfı’nın oluşmadığı Türkiye’de
Bolşevizm ve diğer İşçi Sınıfı’na dayanan
sosyalist sistemlerin geçerli olamayacağını belirttiği anlaşılıyor. Yani sosyalizmi devlet
eliyle kurmaya yönelik “devlet sosyalizmi” tabirini kullanmıştır.

Kemalizm ve Komünizm
Mustafa Kemal Paşa’nın 1920’de kendi isteğiyle Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştur.
Bu partinin kurulmasındaki amaç Türkiye’deki demokratik çeşitliliği arttırmaktı. Bazı
Sovyet temsilcilerine kendisinin de bu partiye üye olduğunu söylemi ancak Komintern’e
üyeliği kabul olmayınca parti dağılmıştır. 
Hakimiyet-i Milliyet gazetesinde Atatürk’ün kendi
cümlelerin aksine tarihsel materyalist perspektiften bakıldığında dönemin toplumsal
şartları sebebiyeti ile Komünizm’e bağlanmayı doğru bulmadığı bazı söylemlerinde
açıkça gözükmektedir:

Biz ne bolşeviğiz ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız.
Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız.

Komünizmin Türk Devrimi için sakıncalı ve tehlikeli olduğunu, Mustafa Kemal Atatürk çeşitli
vesilelerle değişik zamanlarda ifade etmiştir. Sivas Kongresi’nden hemen sonra, Amerikalı
General Harbord’a verilen 27 Eylül 1919 tarihli muhtırada Mustafa Kemal Paşa, Milli
Harekat’ın amacını anlatmış ve 
komünizmle ilgili görüşlerini şöyle dile getirmiştir:

Bolşeviklere gelince, bizim memleketimizde bu doktrinin
hiçbir şekilde bir yeri olamaz. Dinimiz, adetlerimiz ve
aynı zamanda  sosyal bünyemiz tamamiyle böyle bir fikrin
yerleşmesine müsait değildir. Türkiye’de ne büyük
kapitalistler, ne de milyonlarca zanaatkar ve işçi vardır.
Diğer taraftan zirai bir problemimiz
yoktur. Son olarak, sosyal bakımdan dini prensiplerimiz
bolşevizmi benimsemekten bizi uzak tutmaktadır.

Ayrıca Atatürk, çeşitli zamanlarda komünizmi tehlikeli gördüğünü ve hiçbir zaman bu
sisteme geçit vermeyeceğini ifade etmiştir. Atatürk’ün bu konudaki diğer sözleri
zaman dilimlerine göre şöyledir:

6 Şubat 1921’de,

Komünizm içtimai bir meseledir. Memleketimizin hali,
memleketimizin içtimai şeraiti, dini ve milli ananelerinin
kuvvetli, Rusya’daki  komünizmin bizce tatbikine müsait
olmadığı kanaatini teyit eder bir mahiyettedir.

2 Kasım 1922’de,

Şurası unutulmamalı ki, bu tarz-ı idare, bir bolşevik sistemi
değildir. Çünkü, biz ne bolşevizim ne de komünist; ne biri
ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize
hürmetkarız. Hülasa, bizim şekl-i hükümetimiz tam bir
demokrat hükümetidir ve lisanımızda bu hükümet
halkhükümeti diye yad edilir.
 

21 Haziran 1935’te,

Türkiye’de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü, Türk Hükümeti’nin
ilk gayesi halka hürriyet ve saadet verme, askerlerimize
olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.

Bütün bu olayları yakından izlemiş olan Atatürk, 1932 yılında Amerikalı subay Douglas
MacArthur ile yaptığı bir konuşmada komünizmle ilgili düşüncelerini bütün açıklığıyla
şöyle ifade etmiştir:

Bugün Avrupa’nın doğusunda bütün uygarlıkları ve hatta bütün
insanlığı tehdit eden yeni bir güç belirmiştir. Bütün maddi ve
manevi imkanlarını top yekün bir şekilde, dünya ihtilali gayesi
uğruna, seferber eden bu
korkunç kuvvet, üstelik Avrupalılar ve Amerikalılarca henüz
malum olmayan, yepyeni siyasal metodlar tatbik etmekte ve
rakiplerinin en küçük hatalarından bile mükemmelen istifade
etmesini bilmektedir. Avrupa’da çıkacak bir savaşın başlıca
galibi ne İngiltere, ne Fransa, ne de Almanya’dır. Sadece
bolşevizmdir. Rusya’nın yakın komşusu ve bu memleketle en
çok savaşmış bir millet olarak biz Türkler, orada cereyan eden
olayları yakından izliyor ve tehlikeyi bütün, çıplaklığıyla
görüyoruz. Uyanan Doğu milletlerinin düşünce yapılarını
mükemmelen sömüren, onların milli ihtiraslarını okşayan ve
kinleri tahrik etmesini bilen bolşevikler, yalnız Avrupa’yı değil,
Asya’yı da tehdit eden başlıca kuvvet halini almışlardır.

Atatürk, komünizm’deki devlet yapısı hakkındaki görüşlerini şu şekilde açıklamıştır:

Devlet bireyin yerini alamaz, fakat, bireyin gelişme ve
kalkınması için genel koşulları göz önünde bulundurmalıdır.
Devlet eliyle yapılacak işler, bireyin  büyük kar
getirmediğinden dolayı yapmayacağı işlerveya milli çıkarlar
için gerekli olan ekonomik işleri kapsar. Özgürlüklerin ve
yurt bağımsızlığının sağlanması ve korunması ile iç işlerinin
düzenlenmesi nasıl devletin görevi ise, devlet vatandaşların
öğretimi, eğitimi, sağlığıyla ilgilenmek zorundadır. Devlet,
memleketin asayiş ve savunması için yollarla, demir yolları
ile, telgrafla, telefonla, memleketin hayvanlarıyla, her türlü
taşıtlarıyla, milletin genel servetiyle yakından ilgilidir.
Memleket yönetiminde ve savunmasında, bu saydıklarımız,
toptan, tüfekten, her türlü silahtan daha önemlidir. …
Özel çıkarlar çoğunlukla, genel çıkarlarla tezat halinde bulunur.
Bir de, özel çıkarlar, en nihayet rekabete dayanır. Oysa, yalnız
bununla ekonomik düzen kurulamaz. Bu kanıda olanlar kendilerini,
bir serap karşısında, aldatılmaya terk edenlerdir. … Bir de, ferdin
kişisel çalışmaları, ekonomik kalkınmanın esas kaynağı olarak
kalmalıdır. Ferdin inkişafına (gelişme) mani olmamak
bilhassa iktisadi sahadaki özgürlük ve teşebbüsler önünde
devletin kendi faaliyeti ile bir engel yaratmaması demokrasi
prensibinin önemli esasıdır.
Kemalizm ve Din

Kemalizm’de her birey istediği dini inananca bağlı olabilir ve ibadetini istediği gibi
yapabilmektedir. Devletyapısında laiklik uygulanır ve din ile devlet işleri birbirinden
ayrılır. Laiklik, din düşmanlığı demek değildir,o yüzden sekülerlik ile karıştırılmamalıdır.
Atatürk, İslam dininin çeşitli hurafelerle beraber kötü bir duruma düştüğünü,
dinin akla, fenne ve ilme uygun olması gerektiğini söylemekteydi. Atatürk’e göre,
Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünü hazırlayan önemli sebeplerden
birisi İslamiyet’ten uzaklaşmaktı:

İslam oldukları halde, bozulmaya, yoksulluğa, gerilemeye
maruz kaldılar; geçmişin batıl alışkanlık ve inançlarıyla
İslamiyet’i karıştırdıkları ve bu suretle gerçek İslamiyet’ten
uzaklaştıkları için, kendilerini düşmanlarının esiri yaptılar.
Gerçek İslam’ın çok yüce, çok
kıymetli gerçeklerini olduğu gibi almamaktainatçı bulundular. İşte
gerilememizin belli başlı sebeplerini bu nokta teşkil ediyor…

Evet, Türk insanının yaşadığı din gerçek İslam’dan uzak, hurafeler ve batıl inançlar üzerine
kurulu bir dindi. Bu din, Türkiye’yi karanlığa götürüyordu. Bu gidişi durdurmanın tek çaresi
vardı: Gerçek İslam’ın halka anlatılması… Yani hurafeleri, batıl inançları içinde barındırmayan,
Atatürk’ün, akla, fenne, ilme uygun… dediği, dinin özünü teşkil eden Kuran’ın anlatılması
gerekiyordu. Atatürk bu amaçla şunları söylüyordu:

Türkler, dinlerinin ne olduğunu
bilmiyorlar. Bunun için Kuran, Türkçe olmalıdır.
Türk Kuran’ın arkasında koşuyor; fakat onun ne dediğini
anlamıyor, içinde neler var bilmiyor ve bilmeden tapınıyor.
Benim maksadım; arkasında koştuğu
Kitap’ta neler olduğunu Türk anlasın.

Atatürk, Kuran’a olan bağlılığını onu ‘Kitab-ı Ekmel’ yani (En Mükemmel Kitap) diye
tanımlayarak dile getiriyordu. Dolmabahçe Sarayı ve Çankaya Köşkü’ne hafızları
çağırtarak sık sık Kuran okutmuş, ayetler üzerinde incelemelerde bulunmuş ve
hafızlarla meal ve tefsir konularında fikir alış verişinde bulunmuştu. 
Atatürk özel
sohbetlerinde pek çok kez dindar olmanın gerekliliğinden, Hz. Muhammed’in
hayatından, Asr-ı Saadet ve Hülefayı Raşidin (dört halife) dönemlerinden, İslam’ın
yüceliğinden, Allah’ın kudretinden söz etmiştir. İslam Dininin son ve mükemmel din,
Hz. Muhammed’in de son peygamber olduğunu her fırsatta vurgulayan Atatürk,
ulusuna da dindar olmayı, dinini öğrenmeyi öğütlemiştir. 
Din eğitiminin öneminin
de farkında olan Atatürk, bu eğitimin okullarda verilmesi gerektiğini şu sözleriyle
ifade etmiştir:

Her fert din ve diyanetini, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır.
Orası mekteptir. Fakat nasıl ki her hususta yüksek mektep ve
ihtisas sahipleri yetiştirmek lazımsa, dinimizin hakikatini tetkik,
tetebbu ilmi ve fenni kudretine sahip olacak güzide ve hakiki ulema
yetiştirecek yüksek
müesseselere sahip olmalıyız.

Atatürk, İslam’ın akıl ve mantığa uygun olduğunu da aşağıdaki sözleriyle belirtmiştir:

Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu
ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir
edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa halkın menfaatine
uygundur; biliniz ki o bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve
mantığa, milletin menfaatine, İslam’ın menfaatine uygunsa kimseye
sormayın. O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın mantığın uyduğu bir
din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı.

İslam Dini hakkında bu kadar güzel fikirlere sahip olan ve her ortamda bu düşüncelerini
dile getiren Atatürk, açıktır ki Allah’tan korkan, Allah’ın emirlerini elinden geldiği kadar
yerine getirmeye çalışan bir Müslümandı. 
Atatürk; İslam peygamberini çok iyi tanımış,
onun üstün özelliklerini çeşitli vesilelerle anlatmıştır:

O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinde bugün milyonlarca
insan yürüyor. Benim, senin adın silinir; fakat sonuc
kadar O, ölümsüzdür.

Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte
bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi
tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar.
Hz. Muhammed bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin
yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün
yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.

O’nun hak peygamber olduğundan şüphe edenler, şu
haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar. Hz. Muhammed’in
bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine
zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir’de kazandığı zafer, fani
insanların karı değildir; O’nun peygamber olduğunun en kuvvetli
işareti işte bu savaştır.

Atatürk’ün Hz. Muhammed’e duyulacak sevgiyi tarif ettiği sözleri ise şöyledir:

Büyük bir inkılap yapan Hazreti Muhammed (s.a.v)’e karşı
beslenilen sevgi,
ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla
tecelli edebilir.

Ayrıca Atatürk’ün Balıkesir Hutbesi O’nun bir Müslüman olduğunun kanıtıdır:

Ey millet! Allah birdir, şanı büyüktür. Allah’ın selâmeti, sevgi ve iyiliği
üzerinize olsun.Peygamber Efendimiz Hazretleri, Cenâb-i Hak
tarafından insanlara dinî hakikatleri tebliğe memur edilmiş ve resul
olmuştur. Temel nizami, hepimizin bildiği Kur’ân-ı Azimussan’daki açık
ve kesin hükümlerdir.

İnsanlara maneví mutluluk vermiş olan dinimiz, son dindir, mükemmel
dindir. Çünkü dinimiz; akla, mantığa ve gerçeklere tamamen uymakta
ve uygun gelmektedir. Eğer akla, mantığa ve gerçeklere uymamış
olsa idi bununla diğer ilâhî tabiat kanunları arasında birbirine zıtlık
olması gerekirdi. Çünkü bütün tabiat kanunlarını yapan Cenab-ı Hak’tır.

Arkadaşlar! Cenab-ı Peygamber çalışmalarında iki yere, iki eve
sahipti. Biri kendi evi, diğeri Allah’in evi idi. Millet işlerini Allah’ın evinde
yapardı. Hazret-i peygamber’in mübarek yollarını takip ederek bu
dakikada milletimize ve milletimizin şimdiki ve geleceğine ait konuları
görüşmek maksadıyla bu kutsal yerde, Allah’ın huzurunda bulunuyoruz.
Beni bu şerefe kavuşturan Balıkesir’in dindar ve kahraman
insanlarıdır. Bundan dolayı çok memnunum. Bu vesile ile büyük bir
sevaba nail olacağımı ümit ediyorum.

Efendiler! Camiler birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak
için yapılmamıştır. Camiler, söylenenleri dinleme ve ibadet ile
beraber din ve dünya için neler yapılması lazım geldiğini
düşünmek, yani birbirimizin görüş ve düşüncelerini almak için
yapılmıştır. Millet işlerinde her ferdin zihninin başlı başına faaliyette
bulunması lâzımdır. İşte biz de burada din ve dünya için,
geleceğimiz için her şeyden önce hakimiyetimiz için neler
düşündüğümüzü meydana koyalım.

Ben yalnız kendi düşüncemi söylemek istemiyorum. Hepinizin
düşüncelerini anlamak istiyorum. Millî emeller, millî irade yalnız
bir şahsın düşünmesinden değil, millet fertlerinin tamamının
arzularının, emellerinin bileşkesinden ibarettir. Bundan dolayı
benden ne öğrenmek, ne sormak istiyorsanız serbestçe
sormanızı rica ederim.                                                                                                  

 

alıntıdır.

Etiketler: Atatürk, Kemalizm, Kemalist