İnönü’nün Kaleminden Atatürk: Atatürk’ün Birkaç Hususiyeti16 min read

Atatürk için benden bir yazı istediler. Kendisine bu kadar yakınlığım, bir bakıma göre bu mevzuda bana bazı imkânlar vermek lâzımdır. Bir bakıma göre de benim bu mevzudaki salâhiyetim münakaşa götürür. Her iki muhakemede de hakikatler bulunabilir. Bunların derecesini tayin etmeyi başkalarına bırakarak cesaretle ve memnuniyetle yazmaya başlayacağım.

Yazacaklarım, yerin imkân ve icabı olarak, ancak Atatürk’ün birkaç hususiyeti olacaktır. Her büyük san’atkârda onun insanî ve şahsî hususiyetleri eseri üzerine tesir ettiği gibi, Atatürk’ün şahsî hususiyetleri de Türk cemiyetinin hayatına ve Türk Devlet ve hükûmetinin siyasetine derin tesirler yapmıştır.

Atatürk’ün Sevdiği Şey

Mücadeleci ve inkılâpçı tabiatta yaratılmış olan Şefimiz, cemiyet ile yaşamayı ve cemiyet ile çalışmayı pek sever. Kalabalık bir cemiyette ilmî veya içtimaî bir meselenin müzakere edildiğine rast gelmek ve müzakereye karışmak; saatlerce münakaşa etmek, onun için müstesna bir zevk vesilesidir. Bunun gibi, kendi düşündüğü veya tetebbu ettiği [araştırdığı] bir mevzuyu, birçok muhataptan mürekkep bir toplantıda anlatmak, onları münakaşaya davet etmek, onları ikna etmek için, zihin ve kuvvet sarf etmek pek tatlı bir iştigalidir.

Atatürk’ün bu hassası, evde çocukların az söylemeye [az konuşmaya], cemiyette insanların susarak önüne bakmaya çalıştırıldığı bir muhit için çok feyizli [verimli] bir münebbih [uyarıcı] olmuştur. Halk içinde yaşamayı seven devlet reisinin diğer vazife sahiplerini de halk içine atması [yönlendirmesi] tabiî bir şeydir.

Yeni devir ve rejim kuranlardan, eski ve yeni zamanlarda halk ve cemiyet içinde iş görmek namına, Atatürk’ten ilerisini ve barizini bulmak güçtür. Bunun için yalnız şahsî temayül [eğilim] ve zevk de kifayet etmez, mevki ve vaziyet büyüdükçe, geniş temas ve münakaşaların riskleri de artar. Açık bir meydanda herkesle konuşur ve hele münakaşa ederken, ummadığınız birisi hiç hazır olmadığınız bir mevzu üzerine meseleler ortaya atabilir. Bu karşılaşmalardan, halk nazarında isabetli olarak çıkabilmek için fikren çok sermaye, intikal ve kavrayış olarak da çok meziyet ister.

Emniyet ve Hakimiyetle Konuşmak Onun San’atıdır

Birçok yabancı muharrirlerin [yazarıların] Atatürk için hiç hazırlıksız rast geldiklerinde hayran kalmaları bundandır. Ansızın ilmî ve siyasî dolaşık mevzular karşısında kalınca, emniyet ve hakimiyetle konuşmak onun san’atıdır.

Cemiyet yaşayışına olan istidadı, onun ikna kabiliyetini azamî derecede tekemmül ettirmiştir [mükemmelleştirmiştir]. Burada, bilhassa ciddî meseleler mütalaa etmek için toplanmış mümtaz heyetlerdeki ikna kuvvetini tebarüz ettirmek isterim. Atatürk’ün, cemiyet ile söyleşmek ve onunla iş görmek hevesi, bu memlekete pahası ölçülmez iyilikler yapmıştır.

1919 ihtilâline girdiğinden itibaren, fikirlerini kongrelere, heyetlere ve fertlere anlatmaya çalışıyor. Nihayet, çetin silâh hareketleri ile hallolunacak muğlak davalar için, her şeyden evvel, cemiyeti ikna etmeye, yani cemiyet yapmaya [toplum kılmaya] teşebbüs ediyor. Bu zihniyetin en büyük eseri, 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin meydana gelmesi olmuştur.

Büyük Millet Meclisi, milletin arzusunu ve iradesini kendi nefsinde topluyor, dahilî ve haricî hasımlar ise, her şeyden evvel, Millet Meclisi’nden ve herhangi bir mecliste ve cesur münakaşalardan çekiniyorlardı. Manevî bakımdan millî dava, gayet esaslı bir temsile ve münakaşası mümkün olmayan millî salâhiyete bağlanmış idi. Vaziyet, bütün düşünceli, vatanperver ve sinirleri salim olan vatandaşları bir anda toplamış idi.

Harp ve ihtilâl içinde bulunan bir milletin meselelerini meclis ile idare etmek kolay bir iş değildir. Atatürk’ün, cemiyet içinde yer tutmak ve çalışmak hassasıdır ki, bu temiz ve çetin idareyi bize temin etmiştir.

Büyük Meclis’in Nüfuzu

Milli kıyamın [kalkışmanın] ilk devresinden sonra da Büyük Millet Meclisi, memleketin mukadderatında [yazgısında] en büyük salâhiyet ve tesiri muhafaza etmiştir. Büyük Meclis’in nüfuzu, orada birçok partilerin faaliyette bulunmamasına bakılarak, dışardan kâfi derecede kavranılmamaktadır. Bu nüfuz pek büyüktür. Devletin ve milletin mukadderatında son ve kat’î söz, daima fiili olarak onundur. Büyük Meclis, hakikî bir kontrol yapmaktadır. Yapılmakta olan işler ve inkılâplar, ancak Büyük Meclis’in kanun olarak kabulü ile yerleşebilmiştir.

Büyük Meclis münakaşaları, hükûmet azası için birçok ahvalde kolay değildir. Meclisi ikna etmek düşüncesi, vekillerin daima büyük kaygıları olmuştur ve olacaktır.

Şekli tamam yapmak için, meclisin mutlaka dağıtıcı ve tahrip edici tesirler yapacak tezahüratta bulunması elbette şart değildir. Çok daha alışkın memleketlerin manzaralarını görüyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin, hakikî kontrolü yapan ve yıkıcı tesirlerden çekinen manzarası, Türkiye’nin siyasî terbiye ve tekâmülünü [olgunlaşmasını] ilerleten en feyizli vasıtadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin vatanperverliği daima pek ileri ve memlekete numune [örnek] olacak mahiyette olmuştur. Dahilî ve haricî emniyet meselelerinde Meclis pek hassastır ve memleketin bütün varlığını bu mevzular için daima ortaya koyacak temayül gösterir.

Meclis ve Hükûmet Azaları İçin Daimî Bir Memba

Atatürk, meclis ve hükûmet azaları için daimî bir membadır [kaynaktır]. Göç ve sıkıntılı meseleleri onun huzurunda ve onun son derecede vazıh olan fikirlerini dinleyerek tetkik etmek bir bahtiyarlıktır. İnsanın ümitsizliği gider, neşesi ve kuvveti tazelenir. İnsanın fikrî ve manevî kabiliyetlerini mütemadiyen yıpratan işler içinde, fikir, moral ve tedbir ışığı veren bir Şef, bir enerji hazinesidir. Cemiyetin çetin hayat mücadelesinde kudret, ümit ve neşe ile ısrar etmesi; işte lâzım olan budur. Bu da bize, Atatürk ile müyesser [nasip] olmaktadır.

Atatürk’ü bir halk toplantısı içinde görmek hakikî bir zevk, müstesna bir fırsattır. Yarım saat içinde halkın bütün durgunlukları gider, taze ve canlı hayatın neşesi her çehrede uyanır, asıl mühim olanı toplantıda bulunanlarda birbirine karşı sevgi, geniş yürek ve bağlılık hâsıl olmasıdır [ortaya çıkmasıdır]: Cemiyet fertleri birbirine ve hepsi, Atatürk’e sarılarak bir kütle hâsıl olmuştur.

Halkın Heyecanı

Bu vaziyetlerde halkın heyecanı aşırı dereceyi bulur. Halkın serbestliği de en rahat ve külfetsiz bir haldedir. Herkes en güzel nutuklarını söyler, musiki istidatlıları [müzik yeteneği olanlar] en iyi marifetlerini tanıtırlar.

Toplantıya hakîm olan zihniyet şudur: İtimad-ı nefis… Toplantının emelleri bir noktada döner: Yüksek insan cemiyeti olmak… Medeniyet ve ilim yolunda ilerlemek.. Atatürk, Türk cemiyetine itimad-ı nefsi [özgüveni], ve yüksek insan cemiyeti olmak aşkını, asıl umumî halk toplantılarında telkin etmeye [aşılamaya] çalışır.

Atatürk’ün toplantılarından çıkan herkes, bedbin şeylerden, hayatın dertlerinden ve sıkıntılarından yıkanmış gibidir. Herkes Büyük Önder’in yüksekliğini bir daha tasdik etmiştir. Onunla beraber yaşamanın bu memleket için selâmet ve ilerleme olduğunu, yüreğinde bir daha anlamıştır.

Müzakere eden bir heyetin fikir ve münakaşa kuvveti ile kalabalık halk kütlesini heyecan ile nihayet eline alabilmesi onun bariz bir meziyetidir..

İçtimaî Mürebbi Gibi

Türk cemiyeti, kadınların serbestisi ve hayatın her safhasına iştiraki [katılımı] buhranlarını Atatürk’ün terbiyevî [eğitici] olan gayret ve faaliyetleri sayesinde kolaylıkla atlatmıştır. Erkekler, kadınlar ile bir arada bulunmaktan utanırlar, kadınlar şaşıracaklarından korkarlardı. Büyük cemiyetlerde herkesin acemiliğini gidermek için ve herkese temiz insan cemiyeti zevkini ve gururunu vermek için, Devlet Reisi’nin, içtimaî mürebbi [toplum eğitmeni] gibi saatlerce sarf ettiği gayreti görmek, insana hürmet derecesinde hayret verirdi. Açık meydanlarda halka yeni alfabeyi öğretmeye çalışan şef, yeni Türk cemiyetini ve toplantılarını yaratmak için, daha az yorulmamıştır. Son iki asır zarfında, bu memleketin idaresi, uğradığı felaketler içinde halkın hiddetini yenmek için, bir tek çare bilirdi: Kadınların peçelerini daha kalınlaştırmak ve çarşaflarının uzunluğu hakkında ölçü tayin etmek… Böyle bir muhitte kadınları, mahkemede aza, dairede memur, mektepte hoca, laboratuarda kimyager haline getirmek için, cemiyeti yalnız kuvvetle değil, asıl kuvvetten başka vasıtalarla sevk etmek lâzımdır: İkna, ve terbiye vasıtaları ile…

Bu vazifeyi, başlıca Atatürk bizzat yapmıştır.

Ulus, 8 Şubat 1937

Daima Muzaffer Büyük Bir Stratej

Atatürk’ün daima muzaffer olmuş büyük bir stratej [strateji uzmanı] olduğu malumdur. Bu ayarda olan büyük kumandanlar, birinci derecede siyaset yaptıkları zaman, tarihte ve muhtelif memleketlerde, çok defa yalnız kuvvetle hakimiyet nazariyesi gütmüşlerdir. Atatürk, siyasî anlayışta büsbütün başka bir varlıktır. Kuvvet ve strateji, onun nazarında başka ve daha büyük emel ve fikirlerin altında ve tesirinde kalmalıdır. Hiçbir zaman haklı ve büyük emellerin müdafaa vasıtası mahiyetinden ileri çıkmamalıdır. Böyle bir anlayış, siyasî emel ve kanaatlerde çok vuzuh [belirlilik, aleniyet] ister. Siyaset mücadelelerinde makul ve haklı ve bilhassa kendini aldatmayan bir tezi, davasına temel yapmak, Atatürk’ün bariz bir hususiyetidir. Atatürk, bu hususiyetini yeni Türk devletine temel taşı kanaatlerden biri olarak yerleştirmiştir.

Osmanlı İmparatorluğu, son iki asırdan beri, siyasî hedef ve mevcudiyetinde her türlü vuzuh [açıklık, netlik] ve ciddiyeti kaybetmişti. Tunus, Cezayir, Mısır, Girit, Bulgaristan, Bosna – Hersek, Arabistanın birçok kısımları türlü şekilde kendisinden kat’î olarak ayrılmış iken, Bab-ı Ali, buraları kendi toprakları sayar, fakat pay[i]tahtında adliye ve maliye kanunlarını tatbik etmek [uygulamak] hakkına malik bulunamazdı, Büyük Harp’ten sonra, 1918’de Müttefikler ile görüşmeye hazırlanan imparatorluğun tecrübeli ricali [yetkilileri], o kadar büyük hadiseler hiç olmamış gibi sulh şartları içinde bütün Arabistan’ı ve Avrupa’daki daha birçok yerleri istiyordu. Onun için mühim olan, şekil meselesi idi. Asıl memleketi, herkesle beraber idare etmeyi de ayni zamanda düşünüyordu.

Bu devirde, yalnız Türk milleti ve Türk yurdu için dava sahibi olarak ortaya çıkan Atatürk, büsbütün yeni bir anlayışın müjdecisi olmuştur. Bu rol sade değildir. Çünkü, yalnız Türk yurdu ve Türk milleti için olan dava, mutlaka kanla ve silâhla kazanılacaktı. Zaferden sonra, ondan evvelki millî tezde kalmak… Ve ondan sonra millî hudutlar içinde bir Türkiye’nin siyasetini esas tutmak için Atatürk gibi büyük bir varlık olmak lâzımdı. Bu anlayış bizi çok yanlışlıktan kurtarmış ve bize çok doğru yollar göstermiştir.

Panislamizm, panturanizm siyasetlerini radikal olarak kapı dışarı ettik. Bize düşmanlık etmeyecek memleketlerle ciddî ve dürüst olacak dostluk tesis etmek, bize tabiî bir siyaset oldu.

Milli Müdafaa Meselelerinde Yeni Bir Nazariye

Milli müdafaa meselelerinde ise, yeni bir nazariye [metod, anlayış], millî siyasete temel olmuştur. Haksız olmaktan kat’î olarak içtinap etmek [kaçınmak] lâzımdır. Maddî veya manevî bir tecavüze uğradığımız zaman ise, tecavüzün büyüğü veya küçüğü olmaz; Türkiye’nin bütün varlığını ortaya koymaya mecburuz.

Atatürk, insanlar arasında olduğu gibi, milletler arasında da emniyet verici münasebetlere ve inanılabilecek sözlere pek ehemmiyet verir. Dahilde ve hariçte emniyet edilir [güvenilir] insan ve millet olmak ve böyle insan ve milletler ile beraber çalışmak ister. Temas ettiği devlet adamları ve devlet reisleri hakkında iyi hatıraları daima muhafaza etmiş ve teessüs eden dostluklarına sarsılmaz bir vefa beslemiştir. Son defa, İngiltere’nin büyük hükümdarı ile şahsî tanışmasından hakikî bahtiyarlık duydu. Bu hissiyatın bütün Türk milleti kalbinde yerleşmesi için ciddî olacak çalıştı. Yüksek şahsiyetlerin temasından bütün milletler birbiri ile temasa gelmiş oluyorlar. Sa Majestenin [İsmet İnönü: Konuşma, Demeç, Makale, Mesaj ve Söyleşileri kitabından, İlhan Turan’ın notu: Sa, “Son Altes”in kısaltmasıdır. Son Prens (ya da Prenses) anlamına gelmektedir. Majeste ise, hükümdar ve devlet başkanlarına verilen san’dır.] emniyet, muhabbet ve hürmet telkin eden yüksek şahsiyeti, bütün Türk milletini İngiliz milleti ile sıcak sempatik bir surette temasa getirmiş olduğunu bu vesile ile zikretmek, benim için bir bahtiyarlıktır.

Kültür İşleri

Kültür işleri, Atatürkün başlıca zevki ve meşgalesidir. Tarih tetebbuları [araştırmacıları] için umumiyetle ve Türk tarihi için hususî olarak sarf ettiği emekler dikkate değer. Had devrinde, her gün on saatten aşağı olmayan ve senelerce süren bir gayret az değildir. Bu çalışmanın âlimler ve mütehassıslarla [uzmanlarla] geçen etüd günlerinde zaman ve saat, tahdit mefhumunu kaybeder [zamanın nasıl geçtiği anlaşılmaz]. Kumandanlık zamanından kalma bir meleke ile ve bünyesinin müstesna kudreti ile, uzun müddet uykusuz ve istirahatsiz olarak fasılasız [kesintisiz] çalışabilir. Birçok kere onu, kitapları ve yazıları içinde, yirmi dört ve daha fazla saat fasılasız çalışma içinde bulmuşumdur. Onun tarih çalışmalarının kültürel neticeleri pek mühim olmuştur. Mekteplerin tarih kitapları, kendi nezareti altında yeniden yazılmış, “Asar-ı Atika” [eski yapı ve eserler için kullanılır] kazıları her vasıta ile teşvik edilmiş, tarih sahnesinde bulunan yeni hakikatler millete bildirilmiş ve enternasyonal [uluslararası] âlemin tetkikına [incelemesine] arz edilmiştir [sunulmuştur]. İtiyadı veçhile [birçok kez] tarih çalışmaları için millî bir cemiyet kuruldu ve bu cemiyet, büyük Kurultaylarda eserlerini ve kanaatlerini teşhir ve izah etmeye başladı. Bu mesainin millî ve medeni neticeleri mühim olmuştur. Türk milleti, en eski bir insaniyet varlığı ve en eski bir medeniyet cemiyeti olduğunu anlayarak hem itimad-ı nefsi, hem medeniyet aşkı artmıştır. Kuvveti ile beraber, fikrinin yeni hakikatlere açılması, onda hakikat sevgisini de arttırmıştır.

Bu memleket, toprağının bir köşesinde, Bizans’tan veya Roma’dan yeni bir eser bulacaklar diye korkardı. Şimdi toprak altından yeni eserler çıkarmaya kendisi çalışıyor; son Alacahöyük kazıları, Tarih Cemiyeti’nin teşebbüsüdür. Neticeler şimdiden dünyanın dikkatini celbetmiştir. Ayasofya’nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki, tefsire muhtaç mıdır? Atatürk’ün geniş ve yüksek fikrini… toleransını, hakikat arayıcılığını… Ve memleketin içtimaî ve ilmî bünyesinde vücude getirdiği hayırlı istihalenin [değişimin] derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.

Türk Dili Üzerinde

Şimdi Türk Dili üzerinde çalışıyor. Türk dilinde salâhiyet ve hakimiyetle çalışmak için mutlak olarak filolojide derin olmaktan başlamıştır. Senelerden beri süren çalışmalar ayni içtimaî ve münakaşalı usullerle… Cemiyet teşekkül etti… Kurultaylar yapılıyor. Eserler büyük toplantılarda teşhir ediliyor. Bu toplantılara enternasyonal büyük âlimler davet ediliyor… 1936 yazı büyük kongresi Dolmabahçe Sarayı’nda toplandı… Bin kişiyi geçen azası içinde İngiliz, Fransız, İtalyan, Sovyet, Avusturya, Polonya, Alman, Macar, Grek, Bulgar âlimleri de bulunuyordu.

Bütün bu gayretler Atatürk’ün ideali olan millet yapısını vücuda getirmek için ne zor çalışan bir mimar olduğunu gösterir.

Birkaç çizgi ile Şefimizin asıl bir mimar rolünü anlatmak istedim. Sayısız devlet ve millet işlerinin içine girmekten sakındım; dahilî ve haricî tehlikelere karşı dikkat ve hazırlık… Siyasî içtimaî kültürel esaslar üzerinde sağlam bünyeli bir millet vücuda getirmek, mimarımızın başlıca hedefi ve işidir. Türk milleti, ona, askeri zaferleri kadar, bu zaferlerinden dolayı bağlı ve minnetlidir.

Not: Bu yazı, dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından, The Financial Times’ın 1937’de hazırladığı Türkiye özel ekinde yer almak üzere yazılmıştır. Daha sonra Türk basınında da bu yazı metni yer almıştır. Metin, Ulus gazetesinde 8 Şubat 1937 tarihinde yer aldığı hali esas alınarak aktarılmakla birlikte, pek çok cümlede günümüz Türkçesine uyumu sağlamak adına tarafımızca düzeltme yapılmıştır (Örneğin “etmeği” yerine “etmeyi” gibi.), bazı kelimelerin ardına köşeli parantez içerisinde karşılıkları eklenmiştir. Ara başlıklarda da yalnızca ilk harf büyük harfle yazılmış olduğundan tarafımızca, görsel bütünlüğü sağlamak adına, diğer kelimelerin de ilk harfleri büyük haliyle paylaşılmıştır.

Bu sayfa, TurkInkilabi.com’un özgün içeriğidir.