“92 Yaşında Bulunan Müşir Kâzım Paşa, Plevne Harbi’ni Anlatıyor”6 min read

“Harbiye mektebinin sağ kalan bir tek eski talebesi var!”, dediler, adresini tarif ettiler. Birden bire, Harbiye’nin yüzüncü yıl dönümünde bu en eski talebenin duygularını, hatıralarını, tespit etmeyi arzuladım.

Müşir Kâzım Paşa Büyükada’da, sahibi bulunduğu büyük bir otelin bir katında otururmuş, bana onun adını verenler ilave ettiler:

“Bugün tam doksan iki yaşındadır o…”

“Ne gözleri görür…”

“Ne kulakları işitir…”

“Plevne Harbi’ne iştirak etmiştir…”

“Bir yıldır hasta yatıyor…”

Bütün bunlar, benim bu en kıdemli talebeyi arayıp bulmama, duygularını tespit etmek teşebbüsüme mani olmadı.

Aradım, buldum.

Ayaklarımızın ucuna basa basa loş bir koridor geçiyoruz. Müşir Kâzım Paşa’nın kızı Nazire Hanım, hafif bir sesle anlatıyor:

“Üç senedir yatıyor. Son günlerde ağırlaştı. Bazen fiyevri (ateşi) yükseliyor. Kendini bilmez bir hale geliyor paşa. Şimdi konuşabileceğinizi hiç zannetmiyorum. Bir görünüz, beyefendi…”

Loş koridor bizi aydınlık bir odaya çıkardı. Geniş bir karyolada, paşa, hareketsiz yatıyordu. Sakalları bembeyazdı. Ve, başı kar gibi beyaz bir takke taşıyordu.

Bu, döşeğinde kımıldamadan uzanan doksan iki yaşındaki kumandanı rahatsız etmemek için neredeyse nefes almayacaktım. Nazire Hanım, sesinin aynı hafif tonuyla kulağıma fısıldıyordu:

“Bazen dışarda çalınan bir askeri muzika, şurada hareketsiz gördüğünüz paşayı öyle bir canlandırır, öyle bir harekete getirir ki, şaşarsınız beyefendi. Onun güç işiten kulakları, çok uzaklarda çalınan bir askeri muzikanın sesini kolaylıkla ayırabilir. Muzika, onun güç gören gözlerini birdenbire ferlendirir. Olduğu yerde doğrulmaya çalışır, elleri titrer.”

Müşir Kâzım Paşa’da birden bire bir hareket oldu. Eğildim, baktım: Kalın, gür kaşların altında oyuklarına kaçan bir çift mavi göz gördüm. Nazire Hanım beni ve ziyaret maksadımı anlattı. Paşa heyecanlandı. “Ne yazık ki” dedi, “hastalığım, halsizliğim, Harbiye’nin yüzüncü yıl dönümü merasimine iştirakten beni alıkoyuyor.” Sonra kızına hitap etti:

“Bu iyi güne bir sedyeyle iştirak edebilmenin imkanları bulunabilir zannediyorum.”

“Ağustos’un otuzuna daha zaman var, efendim. O güne kadar inşallah iyileşeceksiniz, efendim.”

Vakit, 30 Ağustos 1934.

İhtiyar kumandan şimdi ağır ağır, kesik kesik Plevne Harbi’ni anlatıyor bana.

“İzmir’deydim. Kolağasıydım. Dördüncü alayın ikinci taburunu ben yetiştiriyordum. İkinci tabur o zaman, Harbiye mektebinin muvaffakiyetini gösteren şayan-ı zikir (anmaya yaraşır) bir taburdu. Talim ve terbiyesine çok gayret göstermiş, pek itina eylemiştim (Kâzım Paşa taburdaki muvaffakiyetle şimdi bile iftihar duruyor ve bir sözü arasında anlattı ki, Harbiye mektebi talebeliğinde, sınıfında en mümtaz olanlardanmış paşa.). 92 Muharebesi daha başlamamıştı. Amma, başlamak üzereydi. Sevkiyat yapılıyordu, İzmir’de ben de istida ettim (dilekçe verdim). Müsteşar Sait Efendi vardı o zamanlar. Allah rahmet eylesin. Ona dedim ki: ‘Harekat-ı askeriye başladı, Vidin’e sevkiyat oluyor. Beni gönderiniz oraya.’. Muvafık (uygun) buldular. Ben kendi yetiştirdiğim taburumla gönderilmemi istedim. Kabul ettiler. Emr-i âlî ile (fermanla) Vidin’e gittim. Sırbiye’de muharebe başladı. Taburum büyük muvaffakiyetler gösterdi. Belgrat’ı zapt ettik. Sırplar teslim oldular. Avdette (dönüşte), Rusya’yla muharebeye tutuştuk. Kumandanımız Gazi Osman Paşa’ydı. Gazi Osman Paşa Vidin’deyken taburumun harekatını tetkik etmiş, çok beğenmiş, tabur binbaşısı olduğum halde beni alay kumandanı yapmıştı.

Plevne Muharebesi denilen muharebeyi kamilen (tamamen) ben yaptım. “Yanık bayır” Muharebesi’nde sırtları zapt ve tahkim ettim. Muharebe tekmil orada oldu. Ne kadar hücum edilse, hepsini defettim.”

İhtiyar kumandan büsbütün heyecanlanmıştı. Her tarafı titriyordu. Gözleri yaşlıydı. Titrek avuçlarının titrek parmaklarını açıp kapamaya uğraşıyordu:

“Plevne’de biz muharebeyi kazandık, kaybetmedik. Musalehayı (barış anlaşmasını) Ruslar istediler. Yılmışlardı. Hem öyle yılmışlardı ki, İslavlığın mahvolmasından bile endişeye başlamışlardı.

Muharebe bitti denildi. Tiber’e yollanıldık. Ruslar ne üniformamı, ne de kılıcımı aldılar.”

İhtiyar kumandan, Yanık Bayır hücumlarından birinde bir de yara almış, onu da şöyle anlatıyor:

“Bereket versin ot yığınını siper etmiştim. Kurşunlar ilkin oraya çarptı. Birisi sekti, göğsüme saplandı. Hücum bitinceye kadar yaralandığımı kimseye duyurmadım.”

İhtiyar asker, Gazi Mustafa Kemal’in karşısındaki hayranlığını anlatırken, en büyük heyecanını duyuyor:

“O harikulade bir kumandandır. Türk tarihinin misline tesadüf etmediği bir adamdır. Asarı (eserleri) meydanda. Yaptığı iş pırlanta gibi ortada duruyor. Müthiş bir kargaşalıkta orduyu eline alıp şu hali kazanmak, milleti kurtarmak kolay şey değildir. Yüzüncü yıl dönümünü idrak eden Harbiye mektebi, dünyayı karşısında hayran bırakan bir Gazi Mustafa Kemal yetiştirdiği için ne kadar iftihar etse, ne kadar gurur duysa yeridir.”

Nazire Hanım söylüyor: Müşir Kâzım Paşa, bazen evlatlarını, torunlarını etrafına toplarmış. “Dua edin” dermiş, “bu büyük adamın, Gazi Mustafa Kemal’in sağlığına dua edin!”.

Müşir Kazım Paşa’nın tercüme-i hali kısaca şu: Paşa 1287 yılında Harbiye mektebinden çıkmış ve altıncı ordunun üçüncü alayı birinci taburu ikinci bölüğe yüzbaşılığına tayin olunmuştur. Bilahare Yemen vali yaverliğinde, serasker yaverliğinde bulunmuş. Muhtelif tarihlerde sırasıyla kolağalığa, binbaşılığa, kaymakamlığa terfi etmiş. 312 senesi 5 Temmuz’unda “uhdesine rütbe-i müşir-i tevcih kılınmış”.

Müşir Kâzım Paşa’nın son vazifeleri: 325 senesi 22 Mart’ında Kosova Valiliği, bilahare İzmir Valiliği.

Not: Kâzım Alpan’ın anılarını anlattığı bu kısa röportaj, Vakit gazetesinde 30 Ağustos 1934 tarihinde, gazetenin 11. ve 12. sayfalarında yayımlanmıştır. Röportajı yapan gazetecinin kim olduğunu ne yazık ki bilemiyoruz. Yakın tarihimizin az tanınan isimlerinden olan Müşir Kâzım Paşa’nın bu röportajını tam metniyle paylaşmaktan mutluluk duyuyoruz. Röportaj metnine sadık kalınmakla birlikte, örneğin “yapmağa” biçiminde yazılan kelimeler “yapmaya” biçiminde düzeltilmiştir. Okumayı kolaylaştırmak adına günümüzde kullanılmayan kelimelerin karşılığı parantez içerisinde belirtilmiştir.

İnternette hakkında pek az bilgi yer alan Osmanlı mareşali Kâzım Alpan’ın röportajda belirtilen yaşıyla internette gözüken doğum tarihi uyuşmamaktadır. Ayrıca vefat tarihi olarak “Temmuz 1936” biçiminde bir bilgi gözüktüğünden, dönemin gazetelerini taradığımızda ne yazık ki Alpan’ın vefatına dair herhangi bir haber bulamadık, vefat gününü tespit edemedik. Keyifli okumalar dileriz.

Bu sayfa, TurkInkilabi.com’un özgün içeriğidir.