Afet İnan’ın Kadınların Siyasi Haklarına Dair Konuşması21 min read

Sunuş: Türkiye’de kadınların seçme ve seçilme haklarını elde etme süreci, özellikle de son yirmi-otuz yılda üzerine sıkça çalışılan bir dönem olmuştur. Seçme ve seçilme hakkının “söke söke alındığı” yahut “hiçbir mücadele ürünü olmayıp kadınlara bir armağan olduğu” yönündeki tartışmaların gölgesinde kaldığını düşündüğümüz bir isim var: Afet İnan. Mustafa Kemal Atatürk’ün manevi kızlarından olan Afet Hanım, 1930’ların Türkiye’sinde kadın hakları konusunda önemli çalışmalar yapmış ve özellikle de kadınların seçme ve seçilme hakkının tanınmasında büyük bir pay sahibi olmuştur. Buna rağmen Afet İnan’ın kadın hakları çerçevesindeki tartışmalarda göz ardı edilen bir isim olduğu kanaatindeyiz.

1510 sayılı Belediye Kanunu‘nun kabul edildiği 3 Nisan 1930 tarihiyle birlikte kadınlar belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkını elde etmişti. Bu yazıda, aynı tarihte Ankara Türkocağı’nda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal (Atatürk) Bey, Başbakan İsmet (İnönü) Bey, TBMM Başkanı Kazım (Özalp) Bey ve diğer dinleyiciler önünde Afet Hanım’ın kadınların siyasi hakları konusunda yaptığı konuşmayı internette ilk kez tam metniyle yayınlıyoruz. Daha önce yayınlayan internet sitelerinde yer almayan kısmı, konuşmanın başlangıcındaki hükûmet tarzları ve seçim kavramı hakkındaki genel bilgileri de okuyabileceksiniz. Metni, Afet Hanım’ın kitabı İntihap‘tan aktardık. İntihap, 1930’da Devlet Matbaası tarafından yayımlanmıştı. Afet Hanım’ın eğik yazmayı tercih ettiği kısımlar burada da eğik yer alıyor. Yalnızca imla kurallarına yönelik düzeltmeler yaptık ve metni daha anlaşılabilir kılmak adına kimi kelimelerin yanında köşeli parantez ile günümüz karşılığını ekledik.

Yazıyı iki kısım olarak ayırdık, başlık adına tıklayarak istediğiniz bölüme erişebilirsiniz:
1) Hükûmet Tarzları ve Seçim Kavramı
2) Kadınların İntihap Salahiyetleri (Yetkileri)

1) Hükûmet Tarzları ve Seçim Kavramı

Muhterem Hanımlar, Muhterem Efendiler;
Yüksek huzurunuzda, bahse cüret edeceğim mevzu intihap [seçim] meselesidir. Bu meseleye temasımın ve onunla iştigalimin, iki sebebi vardır: Biri ve en mühimi, çünkü Türk milletinin azasındanım, çünkü Türk vatandaşıyım; intihap hakkının cinsiyet farkı olmaksızın her vatandaşa şamil olmasını katiyetle isteyen bir kadınım. İkinci sebep, Musiki Muallim Mektebi’nde yurt bilgisi namı altındaki dersin de hocasıyım; bu dersin programında, intihap bahsi de vardır.

İntihap hakkında söyleyeceklerimin izahına medar [kaynak] olmak için müsaade buyurursanız daha evvel esaslı görülebilen bazı noktaları kısaca hatırlatacağım.
Malumdur ki, demokraside üç tarz-ı hükûmet vardır:
1- Doğrudan Hükûmet,
2- Yarı Doğrudan Hükûmet,
3- Temsili Hükûmet.

Doğrudan Hükûmet: Bunda vatandaşların hepsi birden devletin muhtelif vazifelerini, bizzat ifa ederek doğrudan doğruya milli iradeyi gösterirler. Doğrudan hükûmet, mazinin bir hatırasından ibaret kalmıştır. Mazide dahi bu tarz-ı hükûmet demokrasinin bütün icapları dairesinde tatbik olunmuş değildir.

Bu hükûmet sistemi zamanımızda hemen her yerde terk olunmuştur. Yalnız İsviçre’nin bazı kantonlarında caridir.

Bu küçük kantonlarda müntehap [seçilmiş] meclis yoktur. Her sene vatandaşlar, muayyen [belirli] zamanda, hava güzelse açıkta, bir meydanlıkta veya bir çayırlıkta; hava güzel değilse kapalı bir yerde toplanırlar ve doğrudan doğruya hükûmetin idaresini ellerine alırlar. Bu toplanmaya Memleket Meclisi yahut Milli Meclis adı verilir. Gündelik işler bu Meclis tarafından intihap olunan memurlara bırakılır. Bunların başında bir nevi reisicumhur demek olan bir memleket reisi vardır. Görülüyor ki, bu küçük kantonlarda her vatandaş aynı zamanda mebustur. Memleket meclisine memleket reisi riyaset eder. Bu mecliste vatandaşlar, halkın menfaatine taalluk eden [ilişik olan] bütün işleri tanzim ederler; bütçeyi ve kanunları tasdik ederler. Muhtelif hükûmet memurlarını intihap ederler:

Memleket reisinin daveti üzerine fevkalâde toplanmalar da olur. Meclisin açılması, kapanması, hatta mecliste oturulması, birtakım eski ve dini merasime tabidir. Bu meclislerin mahiyeti tetkik olunursa, görülür ki bunlar sade ve iptidai müesseselerdir; ancak, ahalisi az olan küçük bir mıntakada mümkün olabilir. Büyüklüğü ziyade, ahalisi çok olan memleketlerde mümkün değildir.

Bundan başka bugün devlet hizmetleri o kadar çok ve güçtür ki, bu vazifelerin alelıtlak [rastgele] toplanacak vatandaşlar tarafından, hal ve ifa edilmeleri, hem mümkün değildir ve hem de caiz değildir. Hulâsa [Özetle], doğrudan doğruya hükûmet tarzı demokrasi prensibine nazari olarak en uygun görülmekle beraber bu tarzın bugünkü büyük ve mütekâmil devletlerde tatbikine imkân yoktur.

Yarı Doğrudan Hükûmet: Millet, bir mümessiller heyeti tesis eder. Fakat, en mühim meseleler hakkında son kararın verilmesini kendine bırakır. Buna yarı doğrudan hükûmet denir.

Yarı doğrudan hükûmet, doğrudan hükûmet ile temsili hükûmet arasında, mürekkep [birlik oluşmuş] bir sistemdir. Denilebilir ki istikbalin tatbike hazırladığı sistem, bu sistemdir. Hali hazırda, demokrat memleketlerde, bu hükûmet şekli lehinde birtakım fikir cereyanları başlamıştır. İsviçre ve Amerika’nın birleşmiş hükûmetlerinden bazıları bu hükûmet usulünü çoktan kabul etmişlerdir. Bilhassa, Umumi Harp’ten sonra, bu sistemin tatbikatı genişlemiştir. Yarı doğrudan hükûmet sisteminin referandum yani halkın tasdiki hakkı ve veto yani ret hakkı ve halkın teşebbüs hakkı gibi esasları tecelli ettiren muhtelif tatbikleri vardır. Bunlar birbirine girgindir. Bu hususta fazla tafsilleri [açıklamaları] bırakıyorum. Yalnız şunu arz edeyim ki, bu sistemin tatbikinde, nazarıdikkate alınacak [göz önüne alınacak] en mühim nokta, milletin siyasi ve içtimai [toplumsal] terbiye ve tekâmül [gelişme] derecesidir.

Temsili Hükûmet: Biliyoruz ki, devlet, milletin kendisidir. Milleti idare edenler değildir, çünkü irade milletindir. Ancak, milletle idare edenler arasında hukuki münasebetler vardır. Bu münasebetten temsil fikri meydana çıkar. Temsil fikrini şöyle ifade edebiliriz:
Millet, asıldır. Millet işlerini idare edenler, onun mümessilleri olabilir. Bu mümessiller, millet nam ve hesabına devlet işlerini görürler. Millet, devletin işlerine muhtelif tarzlarda iştirak eder. Bilhassa, mümessilleri intihap eder.

Mümessiller kimlerdir? Devlet uzuvlarından, kendiliğinden hareket salahiyetine [yetkisine] malik olan ve bu sıfatla devlet işlerini gören kimseler mümessil sıfatını haizdirler. Devlet reisi, vekiller, teşrii [yasamalı] meclisler gibi… Devlet müessesesini teşkil eden bunlardır. Kendi kendine icra kararı vermek salahiyetine malik olmayan ve ancak aldığı emri tatbik eden kimseler memurdurlar.
İşte, millet mümessillerinden teşekkül eden hükûmete temsili hükûmet denir.

Hanımlar, Efendiler;
Temsili hükûmetten bahsederken temsili rejimin de ne olduğunu arz etmeliyim. Temsili rejim mefhumu [kavramı] ile temsili hükûmet arasında şu fark vardır:
Temsili rejim tatbik olunan bir devlette, devlet reisi ve hükûmet ve teşrii meclisler kâmilen milletin intihap ettiği mümessillerden [temsilcilerden] teşekkül eder. Halbuki, sadece temsili hükûmet denildiği zaman bunda millet emniyet ve kontrol fikriyle, mümessiller intihap eder. Fakat devletin başında veraset tarikiyle [yoluyla] gelmiş bir hükümdar da bulunabilir. Meselâ, İngiltere’de olduğu gibi.

Bir de efendim, millet mümessillerini, doğrudan doğruya veya vasıta ile intihap eden; müntehip heyettir. Bu noktada, millet ile müntehip heyeti birbirine karıştırmamak mühimdir. Bir fert müntehip heyet azasından olmadığı halde milletin azası ve vatandaş olabilir.

Hanımlar, Efendiler;
Demokrat ve temsili rejimler müntehip heyetin terkibi [birleşimi] ve bu heyete ait vazifeler noktasından çok değişir. Bu noktaya, müsaadenizle, dikkatinizi celbetmek isterim.

Doğrudan hükûmet, yarı doğrudan hükûmet ve temsili hükûmet hakkında söylediklerimi yeter görürüm.
Müsaadenizle, asıl mevzuumuza yaklaşalım. Arz etmiştim ki, millet, bilhassa, mümessillerini intihap eder [seçer]. Şimdi, “İntihap nedir?” ve “Nasıl olur?” bunu izah edeyim. “Doğrudan hükûmetin” tatbikatı halinde, vatandaşlar, devlet işlerini bizzat görürler. Fakat, buna imkan olmayınca vatandaşlar, devlet işlerini gördürmek için, kendi içlerinden bir takım kimseleri seçip ayırmak lâzımdır. İşte bu işe intihap denir.

Hanımlar, Efendiler;
İntihap mefhumunda, oldukça karışık birtakım ruhi amiller vardır.
İlk önce intihap, bir insan kütlesinde, müşterek bir arzunun mümkün olduğunu kabul eder. Hakikaten müşterek fikirlerin yardımı olmaksızın, dünyada hiçbir intihap mümkün olamaz.
Bir de intihap, müşterek arzunun icrasını, bir yahut müteaddit mümessillere nakletmek imkânına istinat eder; yani esas olarak, intihap olunanın intihap eden namına hareket ettiği nazarı dikkate alınabilir.
Bundan başka, intihap, ekseriyet [çoğunluk] prensibine inanmayı talep eder. Ekseriyet prensibi, daha kuvvetli bir grubun daha az kuvvetli bir gruba karşı arzusunu tatbik etmek hakkına malik olmasını ister.

Hanımlar, Efendiler; bu prensip, intihap meselesinde, başlıca münakaşa zemini teşkil etmektedir. Bu prensibe göre en büyük kuvvet, en büyük cebir kudretinden başka bir mana ifade etmiyor diyenler ve bu manada müsavatsızlık [eşitsizlik] ve adaletsizlik görenler vardır.

İntihapta adalet ve müsavatı temin etmek için düşünülen ve bazı memleketlerde tatbik olunan çare, nisbi temsil usulüdür.
Ekseriyet sistemine göre intihap olunacak mebusların kâffesi [tümü]; en kuvvetli olan ve bu sebeple en çok rey kazanan fırkanın namzetleri [adayları] olur. Bu fırka, tek başına mecliste bütün milleti temsil edebilir.

Nisbi temsil sistemi ise, her fırkaya, malik olduğu aza adediyle mütenasip [birbirine uygun] bir temsil hissesi temin etmek ister.
Bu sistemin, tatbiklerini izaha kalkışarak sizi yormaktan çekinirim. Yalnız, şurası muhakkaktır ki, Nispi temsil sistemi de tenkitten tamamen masun [korunmuş], mükemmel bir sistem değildir.

Nisbi temsilin başlıca mahzurları şunlardır: Nisbi temsil, Mecliste ehemmiyetsiz birtakım gruplar doğurur. Bu vaziyet müstakir [yerleşmiş] bir ekseriyetin teşkilini men eder. Meclisi iktidarsızlık içine gömer. Hükûmet buhranlarını ziyadeleştirir. Bu sistem yüzünden ıstırap çeken, ve bunu terk eden devletler vardır. Bu mahzurlara karşı nispi temsil sistemi lehinde, en son yapılan müdafaa şudur:
Bir memlekette, medeni ve siyasi terbiyesi yüksek, şuurlu ve kuvvetli partiler teessüs etmişse, nisbi temsil sisteminin tatbikinde mahzur yoktur. Bu müdafaanın yanında şunu da nazarıdikkate koymalıdır ki, yanlış fikir ve içtihatlara imale edilmiş insanlardan mürekkep zümrelerin behemehal, mecliste faaliyetini temine çalışmak, milletin menfaatine hizmet sayılmaz. Zikredilen iddiaya rağmen dünyanın bu sistemi tatbik eden en demokrat memleketlerinde buhranların sık ve çok olduğu görülmektedir. Her halde intihap sistemleri, az çok farkla, içtimai mücadelelerden ibarettir. Cemaat içinde yaşamak, tabiat icabı olan insan, kendini, içtimai mücadeleye kabiliyetli bir hale getiremeye mecburdur.

Hanımlar, Efendiler;
Yüksek içtimaî heyetlerde, mücadele, fikir mücadelesi halinde olur. Vatandaş arzusunu gösterir; fakat ekseriyetin göstereceği arzunun muteber olacağını bilir. İntihap, ancak, tamam inkişaf etmiş [gelişmiş], intizam [düzen] sahibi cemiyetlerde görülür.

Hanımlar, Efendiler;
İntihap, hak mıdır? Vazife midir? İşte bu sorgu, bizi bugünün meselesi olmak lâzım gelen bir zemine sokacaktır.
İntihabın esaslı ciheti [tarafı], vatandaşın intihapta reyini kullanması hakkıdır. İntihap, millî hâkimiyet prensibinin fiilen tatbikidir. Bunun için hak olduğu meydandadır. Diğer taraftan, vatandaşlar, müşterek menfaat ve talilerine [talihlerine] karar verirken hep beraber dikkatli olmak mecburiyetindedirler. Bu nokta, intihabı, vatandaşlar için bir vazife hükmüne koyar. Bu takdirde, intihap vazifesi, onu icraya kabiliyetli olduğuna hükmedilenlere raci olmak [dayanmak] lâzım gelir. Görülüyor ki intihabın hem hak ve hem de vazife telâkki olunmasından [kabul edilmesinden], birbirine muarız [karşı koyan] iki nazariye [kuram] çıkıyor.

İntihabın hak olduğu nazariyesi, millî hâkimiyetin ifadesidir; millî hâkimiyet ise, bilirsiniz, istisnasız, vatandaşların umumî heyetindedir. Buna binaen -sabiler ve delilerden başka- bütün vatandaşlar erkek ve kadın intihap hakkına maliktir. Çünkü milletin her ferdi, millet içinde, kendi mevcudiyeti kadar, esaslı bir hakka maliktir. Çünkü milletin her ferdi, millet içinde, kendi mevcudiyeti kadar, esaslı bir hakka maliktir. Millî hâkimiyetin cinsiyet farkı gözetmeksizin milletin bütün azasına ait olduğunda elbette şüpheye mahal yoktur.

Hanımlar, Efendiler;
Bundan şüphe edenler demokrasi ve millî hâkimiyetin ne olduğunu anlamaktan aciz olan kimselerdir; asıl intihap hakkına kabiliyeti, liyakati olmayacak olan bu gibilerdir.
İntihap hakkının bütün vatandaşlarca tatbikine kanunen hiçbir mani bulunmamak lazımdır. Millî hâkimiyet cemiyetin yalnız bir kısmının lehine parçalanamaz.

İntihabın bir vazife olduğu nazariyesi taraftarı olanlar da, intihabın umum millete ait bir hak olduğunu kabul ederler. Fakat şu noktayı ileri sürerler; millet umumî menfaatte kimlerin faal olması icap edeceğini tayin hakkına maliktir: İşte bu suretle intihap hakkını bir vazife yapan nazariyeye vasıl oluyorlar [varıyorlar] ve vazifenin, en iyi ifa edeceklere tahmilinden [sorumluluk yüklemesinden] bahsediyorlar. Vergi verenleri rey sahibi yapmak yani mahdut rey ve intihapta asıl müntehip olan vatandaşların doğrudan doğruya reylerine müracaat olunmayıp vatandaşlara ikinci müntehip diye birtakım kimseleri intihap ettirdikten sonra onlar vasıtasıyla, mebus intihabını yapmak; yani iki dereceli intihap, hep, bu nazariyenin doğurduğu sakatlıklardır.
Bu iki nazariye birbirini nefyeden [olumsuz kılan] mahiyetlerini muhafaza ettikçe yanlıştır. Fakat onları makul ve mantıkî bir surette birleştirmek mümkündür.
Şöyle ki: Bir içtimaî heyetin her azasının cemaatteki mevcudiyeti sebebiyle; intihap hakkını kullanarak, içtimaî arzusunu izhar [açığa vurma] ve ifade kabiliyeti vardır. Fakat, bu hakkı kullanacaklar hakkında, içtimai nizamın mahfuziyeti [korunmuşluğu] için bazı ihtiyatlardan vazgeçilemez. Bu ihtiyatlar zamana ve memleketlere göre değişir. Her memleketin müntehipleri muhtelif olmakla beraber, millî hâkimiyet kanunlarına uymayacak hiçbir şey yoktur. Ancak ihtiyatlı olmak bahanesiyle intihap hakkını lüzumsuz darlaştırmamak lazımdır.

2) Kadınların İntihap Salahiyetleri (Yetkileri)

Hanımlar, Efendiler; artık, asıl maksadın ifadesi sırası gelmiştir; kadınların intihap salahiyetleri. Umumî Harp’ten beri, ekseri memleketler kadınların intihap salahiyetini kabul etmiştir. Amerika’da, İngiltere’de, Şimalî [Kuzeyli] Avrupa memleketlerinde kadınlar intihap salahiyetlerini tatbik etmektedirler.

Kadının siyasî ehliyetsizliğine mantıkî hiçbir sebep yoktur. Bu husustaki tereddüt ve menfi zihniyet, mazinin içtimaî bir halinin can çekişen bir hatırasıdır. Hatırasından bahsettiğimiz zihniyet papaz zihniyetidir. Saint Paul diyor ki; “Erkeğe vesayada [öğütlerde] bulunmayı ve ona karşı nüfuz ihraz etmeği [elde etmeyi] kadına müsaade etmem, kadın sakit [suskun] kalmalıdır. Zira Âdem iptida ve Havva bilâhare tekevvün etmiştir [var olmuştur]…”

Hanımlar, Efendiler;
İnsanların menşeinin [kökeninin] cahili olan bu havari unutuyor ki erkeklere ilk nasihati, ilk terbiyeyi veren ve onun üzerinde ilk analık nüfuz ve tesirini tesis eden kadındır.

Bazı memleketlerde, kadınlık hakkında devam edegelen bu telakki artık bugünkü cemiyetlerin ahlakî ve iktisadî hallerine uymamaktadır. Kadınları siyasî haktan mahrum etmek lüzumunu, kadınla erkek arasında işbölümü kaidesinin bir neticesi gibi gösterenler vardır. Halbuki, iş bölümü fikri ne kadınlara ve ne de erkeklere ifa edemeyecekleri vazifeler tevdi olunmalıdır neticesini meydana koyar. Hâlbuki efendiler; kadının umumî ve siyasî vazifeleri, ifaya ehliyetli olmadığını, ispata imkân yoktur, çünkü aksi dünya yüzünde fiilen sabit olmuştur.

Kadın, bugün, istenilsin istenilmesin, umumî ve iktisadî hayata samimi bir surette karışmıştır. Kadın, bugün, tezgâhlarda, fabrikalarda, büyük mağazalarda, ticarethanelerde, memurluklarda, bilcümle umumî hizmetlerde çalışmaktadır. Rusya’da en faal sınıflarda, fiilen askerlik vazifesi de yapmaktadırlar.

Vakit, 4 Nisan 1930

Hanımlar, Efendiler;
Kadınların daha uzun müddet sabiler, eblehler [akılsızlar], mecnunlar arasında sayılmayacağının söylendiği günden bugüne kadar yarım asırdan fazla zaman geçmiştir. İngiltere’de “sufrajet”lerin senelerce teşebbüs ettikleri şiddetli mücadeleler safhalarını ve bu mücadelelerin mucip olduğu [gerekçe olduğu] hadiseleri burada teşhir edecek değilim; fakat yalnız hatırlatmak isterim ki, kadınların siyasî haklarını tanımak için, aynı hadiselerin görülmesine, demokrasinin ihtiyacı yoktur.

İngiltere’de, 1902’de yapılan bir kanun, “kadınlık dolayısıyla her türlü ehliyetsizliğin kaldırıldığını” tasdik etmiştir. Şimdi, İngiliz kadınları, kazaî [yargıyla ilgili] vazifeler dâhil olduğu halde her türlü vazifeleri yapmaktadırlar.

Şimalî Avrupa, memleketlerinin kâffesi [tamamı], bugün kadınlara rey hakkı vermiştir. Finlandiya’da 1906’dan beri yirmi dört yaşında bulunan erkek ve kadın bilcümle Finlandiyalılar intihap hakkını haizdirler. Finlandiya kadınları siyasî hayata pek faal bir surette iştirak etmektedirler. 1908’de Meclis’te 25 kadın aza vardır. Finlerin menşei, Altay olan bir Türk kavmi olduğunu da hatırlatmak isterim.
Norveç’te 1907’den beri, 25 yaşında bulunan her Norveçli kadın rey vermek hakkına maliktir.
Danimarka’da 1915’ten beri, 25 yaşında bulunan her erkek ve her kadın intihap hakkına maliktir.
İsveç’te 1919’dan beri, 23 yaşında kadınlar intihap hakkına maliktirler.
Almanya’da, bugün, kadınlar intihap etmek ve intihap olunmak hakkına maliktirler. Yeni Alman Kanun-u Esasisi’nin 109’uncu maddesinde şu vardır: “Bilcümle Almanlar kanun muvacehesinde [karşısında] müsavidirler [eşittirler]. Erkekler ve kadınlar esas itibarıyla aynı siyasî haklara ve vecibelere [görevlere] maliktirler.”.
Yeni Avusturya Cumhuriyeti’nde dahi kadınlara intihap ve intihap olunmak hakkı verilmiştir.
Polonya’da, 1921’den beri, 20 yaşını ikmal etmiş [bitirmiş] kadınlara intihap hakkı verilmiştir.
Çekoslovak, 1920 Kanun-u Esasisi kadına intihap etmek ve intihap olunmak hakkını vermiştir.
Şimalî Amerika Birleşmiş Cumhuriyetleri’nden kadının intihap hakkını ilk tanıyan Wyoming Devleti olmuştur. Wyoming Devleti, bu tecrübesinden fevkalade memnun ve müftehir kalmıştır. Hatta dünyanın her tarafındaki parlamentolara, 1894’te bir teklif göndermek lüzumunu hissetmiştir. Bu teklif şu suretle başlıyor: “Müstebit [diktatör] bir kanunlar heyetine ihtiyaç hissetmeksizin hiç kimseye zarar vermeksizin kadınların reyleri, memleketten cinayetleri, fakrı [yoksulluk] ve şerri [kötülüğü] def’e hadim olmuştur [hizmet etmiştir]…”

Bundan sonra, Amerika cumhuriyetleri birbirini takiben kâmilen [tamamen] aynı esası kabul etmiştir. 1920’de neşrolunan Kanun-u Esasi’de “Kadınlık ve erkeklik dolayısıyla intihap hakkı hiç kimseye reddedilmeyecektir.” metni neşir ve ilan edilmiştir. Bu metin mucibince [gereğince] 20 milyon kadın intihap hakkını ihraz etmiş ve 1920’de reisicumhur intihaplarını iştirak eylemişlerdir.

Cenubî ve Garbî Avustralya’da daha 1902’de kadınların intihap etmek ve intihap olunmak hakkı mevcut idi. Cenubî “Nuvel Gal”de 1902’de ve “Tasmanya“’da 1903’te ve Queensland’da 1905’te kadınların intihap etmek ve intihap olunmak salahiyeti kabul olunmuştur.

Hukuk-u amme mütehassısları [kamu hukuku uzmanları] Avustralya’da kadınların intihap etmek ve olunmak haklarının kullanılması yüzünden mesut neticeler husule geldiğini [meydana geldiğini] müşahede etmekte [gözlemlemekte] müttefiktirler. Birçok müşahedeler arasında bilhassa kadınların mecliste mevcudiyetleri parlamentonun ahlâk seviyesini dahi yükselttiği beyan edilmektedir. Bu yaptığımız kısa teşhirden kolaylıkla anlaşılmaktadır ki, kadınların intihap etmek ve intihap olunmak hakkının kabul ve tasdiki lehine olan umumî hareket çok kuvvetlidir. Kadınlar, bu haklarını, istensin istenmesin behemehâl [mutlaka, ne olursa olsun] alacaklardır.
Bugün muhtelif memleketlerde 160 milyon kadın, mebus, nazır, elçi olmak hakkını haiz bulunuyor. Bunu da söylemeliyiz ki kadınlara intihap hakkı verilmekle bütün kadınların evini barkını bırakıp fırka mücadelelerine başlayacağını farz etmek doğru değildir.

Hanımlar, Efendiler;
Kadınlığın siyasî ideali olan bu hakka malik olmasını isteyen kadınlar, içtimaî ve siyasî fikir ve terbiyede her gün daha ziyade yükselmelidirler. Bu nokta hiçbir zaman unutulmamalıdır. Kadınlar, ancak siyasî terbiyeye malik oldukları zaman gerçekten hür olduklarını hissedebilirler. Ancak bu takdirde evlatlarına hürriyetin kutsiyetini telkin edebilirler.

Hanımlar, Efendiler;
Türk tarihinin en eski safhaları tetkik olunursa devleti temsil eden yalnız devlet reisi olmayıp onunla beraber hatunun da bu temsilde müşterek olduğuna dair vesikaların az olmadığı görülür. Türk milletinin evvel ve ahir umumî hayatı göz önüne getirilirse kadınları erkeklerin yaptıkları, yapabilecekleri işlerin en ağırında dahi faaliyette görürüz. Tarlada, ormanda, sürüde, pazarda, her yerde ve her işte erkeklerle yan yana ve bazen onlardan daha fazla çalışmaktadırlar.

Hanımlar, Efendiler;
Mütemadi seferler ve meydan muharebeleri içinde yüzen “Atilla” ordularının erkekleri kadınlardan ayrı mı muharebe ediyorlardı? Kadınlar da erkeklerle beraber ayni sefer ve aynı muharebe müşküllerini iktiham etmiyor muydu [yenmiyor muydu]? “Orlean” meydan muharebesinde kadınlar erkekler, ayni kahramanlığın müşterek uzuvları halinde birbirinin yardımcısı olmadılar mı?

Türk kadınının kabiliyeti, ehliyeti ve memleket işleriyle alaka ve iştigalini ispat eden misaller bilhassa, kurtuluş mücadelesinde az mıdır?

Hülasa; Hanımlar, Efendiler;
Kadın intihap etmek hakkını ihraz etmelidir:
Çünkü, demokrasinin mantığı bunu icap ettirir;
Çünkü, kadının müdafaa edeceği menfaatler vardır;
Çünkü, kadının cemiyete ifa edeceği vazifeler vardır;
Çünkü, kadının siyasî haklarını tatbik etmesi kendisi için faydalıdır.

Demokrasi prensibi şunları icap ettirir: Aklı başında her fert şahsiyetini, muhafaza ve temin edebilmek için, bir siyasî iktidarla mücehhez [donanmış] olmalıdır.

Efendiler, kadın insandır ve aklı başındadır. Millet efradı [fertleri, bireyleri], birbiriyle istişare etmelidir; kadın milletin azasındandır.

Hanımlar, Efendiler;
Cumhuriyetimizin politika rejimi müsavat [eşitlik] prensibine istinat eder. İntihap sandığı önünde en ümmî [okuma yazma bilmeyen] ile en büyük devlet adamı müsavidir. Kadın niçin bu müsavattan hariç tutulsun?
Umumî hizmetlerin hüsn-ü idaresinde erkeklerin olduğu kadar kadınların da menfaatleri vardır. Kadınların müdafaa edeceği iktisadî menfaatleri vardır.
Kadınların içtimaî heyetin teşkilâtı hakkında bildirecekleri fikirleri vardır. Kadın muktesittir [tutumludur], sulhperverdir.

Hanımlar, Efendiler;
Millî say ve gayrette kadının hissesini hor görmek hakkı kimseye verilmemiştir.
Türk kadının belediye intihaplarına iştirak hakkının tanınması; teşriî meclise aza intihap etmek ve intihap olunmak hakkının yakın zamanda tasdik ve tatbik olunacağına şüphesiz, mesut bir mukaddemedir [başlangıçtır]. Türk tarihinin bu devrine kadar, Türk kadınlarına, çoktan çok layık olduğu bu siyasî hakkını vermek tabiatıyla mazinin istibdat idarelerinden beklenemezdi; fakat demokrat Türk Cumhuriyeti’nin bu hususta da, faziletli şiarının [belirtisinin] yüksek eserini görmek, elbette lüzumundan fazla, gecikmeyecektir.

Hanımlar, Efendiler; ben bu inanışla, yüksek huzurunuzdan çekiliyorum.