Bir Doktorun Harp Ve Memleket Anıları6 min read

-1908-

Meşrutiyetin ilanından iki ay önce bir sabah kalktığımız zaman mektebin koridor duvarlarında büyük harflerle “Hürriyet”, “Adalet”, “Müsavat” (eşitlik), “Uhuvvet”(kardeşlik) kelimelerinin yazılmış olduğunu gördük. Okul İdaresi telaşa düştü. Meşhur Zülüflü İsmail Paşa geldi. Soruşturma başladı. Şüphelendikleri talebeyi, bizim sınıftan İbrahim Mazlum, bizden sonraki sınıftan Nazım Şakir ve Esat Metroviçe’yi alıp götürdüler. Biz bunu İttihat ve Terakki Cemiyetinin Rumeli’de giriştiği İnkılap hareketinin işareti ve İstanbul’a bir müjde haberi olarak kabul ettik ve yine Meşrutiyet’in ilanından birkaç gün evvel mektebe gelen Temps gazetesinde; Şemsi Paşa’nın vurulduğunu, failinin yakalanamadığını büyük bir heyecan ve merak ile okumuş, anlamıştık.

-Meşrutiyet’in İlanı (1908)-

O gün cuma idi. Tatili geçirmek için Beykoz’a gitmiştim. Akşamüstü vapurla Haydarpaşa’ya dönerken halk arasında bir fısıltı duydum. Herkes padişahın Meşrutiyet’i ilan ettiğine dair yayılan resmi tebliği okuyor, hayretle birbirine bakıyordu. Mektebe geldiğimde arkadaşları sevinç içinde buldum. O gece müzakerede günün heyecanlı haberinden derse çalışamıyor, devamlı konuşuyorduk. O sırada dershaneye çok saydığımız hocamız Dr. Rıza Nur girdi: “Efendiler!” dedi. “Bugünlerde meydana gelen siyasi olayların ne demek olduğunu hepiniz anlarsınız. Şimdi, siz Tıbbiyelilere düşen önemli vazifeler vardır. Ben sizi onlara davete geldim. Görüyorsunuz ki halk, padişahın bu resmi tebliğinden bir şey anlamamış, korku ve tereddüt içinde bulunuyor; onları aydınlatmak ve ikaz etmek size düşer. Yarın İstanbul’da büyük bir miting yapacağız. Bayrakları, yazıları hazırlayın. Kısacası sabaha kadar ne lazımsa yapın. Haydi, sizi göreyim.”
Biz son sınıf olduğumuz için bu işlerde bizim önderlik etmemiz gerekiyordu. Arkadaşlar gece pencerelerden atlayarak Kadıköy’e gitti. Bayraklık bez vesair alıp geldiler. Sabaha kadar uyumadan çalıştık. Dahiliye subayları birkaç defa uyumamızı ihtar ettilerse de kulak asmayarak hazırlığımızı tamamladık.
Ertesi gün iki bine yakın Tıbbiyeli; bayraklarla, vecizelerle (yazılarla) süslü bir alay halinde dış kapıda hazırdı. Rıza Nur gelince harekete geçtik. Selimiye Kışlası hizasına gelmiştik. Arkamızdan Mektep Nazırı Ferik Hüseyin Hüsnü Paşa yetişti ve “Efendiler! Yaptığınız hareket doğru değil. Haydi dershanenize. Böyle şeylerle uğraşmayın. Derslerinize çalışın.” dedi ise de Rıza Nur cevaben: “Abdülhamit, koca Tıbbiye Mektebinin başına Salapurya (yelkenli) zannıyla bir amiral tayin etmiş. Siz kendi mesleğinize dönseniz, bize nasihat vermekten daha iyi edersiniz. Talebe, gösterilerine devam edecek.” dedi ve bizi Üsküdar’a doğru yürüttü. Üsküdar halkı sokağa dökülmüş, ellerinde bayrak olan bu kadar Tıbbiyelinin gösteri hareketini herhangi bir mektep yürüyüşü zannederek buna önem vermedi. Bize hayretle bakıp duruyorlardı. Köprüye çıkıp da Galata’ya varınca alayımız, çılgınca karşılandı. Sokaklardan geçme imkanı kalmadı. Binaların pencerelerinden üzerimize konfetiler atılıyor, “Yaşa”, “Viva”, “Zito” sesleri birbirine karışıyordu. Nutuk söyleyenler de çoğalıyor, alkış tufanı göklere yükseliyordu. Beyoğlu’na geldiğimiz zaman heyecandan, nutuk söylemekten yorgun bir hale gelmiş olan Rıza Nur’u bir iskemleye oturtarak alayın üstünde taşımaya mecbur olduk. Bu vaziyette, İngiliz Sefarethanesinin meydanına girdik. Rıza Nur buradaki konuşmasında İngiltere’yi övdü. Bütün deryaların İngiliz gemileriyle dolmasını, İngiltere’nin inkılabımıza destek olmasını temenni etti. Buradan sonra alayımız pek kalabalık bir topluluk halini aldı. Şimdi de Yıldız’a kadar uzanıp Saray önünde bir gösteri yapmak istiyorduk. Tam Taksim meydanına gelmiştik ki Gözcü Esat Paşa yetişerek bizi bu teşebbüsten vazgeçirdi. Rıza Nur’u alıp İttihat ve Terakki Merkezi’ne götürdü. Biz de esasen son derece yorgun düştüğümüzden, dönüp mektebe geldik.


Ertesi gün tekrar gösteri hareketine geçerek Haydarpaşa’dan köprüye çıktık. Bu sefer: “Yaşasın Hürriyet, Yaşasın Vatan” bağırışlarıyla ortalığı çınlatarak Babıali’ye geldik. Sadrazam Sait Paşa’yı görmek istedik ve bunda ısrar ettik. Nihayet pencereden başını uzatarak iltifatta bulundu. O esnada öğrencilerden Osman Midilli: “Mithat Paşa’nın şehadet kanıyla yazılan Kanun-u Esasi’ye sadık kalacağınıza yemin ediniz!” diye bağırdı. Fakat Paşa koca sakallı başını çekmiş, bu manalı hitap, gürültüye karışmıştı. Alayımız sadaret makamından Divanyolu’na çıktı. Burada muhteşem bir manzara aldı. Fevkalade bir hal ilan edildiği, devrin değiştiği tamamıyla belli oluyordu. Beyazıt’ta Harbiye Nezareti Meydanı’na girdik. Burada süvari kıyafetiyle kürsüye çıkmış nutuk veren Feylesof Rıza Tevfik’e rastladık. Bu eşşiz hatibin sözleri halkı coşturuyor, “Yaşa!” sesler, ortalığı inletiyordu. Bu arada bize, “Tıbbiyeliler geç kaldınız.” diye sitem etmekten kendini alamadı. Gösterimizi burada sona erdirerek okulumuza döndük. Meşrutiyet’in ilanından Tıbbiyelilerin yaptığı bu gösteri, pek tantanalı ve manalı olmuştu. Bununla bu uğruna canlarını feda eden eski Tıbbiyelilerin ruhlarını şad ettiğimiz gibi aynı zamanda bunda senelerden beri zulüm ve sıkıntı görmüş bir milletin kurtuluş sesi ve Rumeli dağlarında Hürriyet isteriz diyen kahramanların kükremiş bağırışları vardı. İstanbul sokakları böyle medeni bir gösteriye ilk defa sahne oluyordu. Herkes bununla Meşrutiyet’in kesin şekilde ilan edilmiş olduğunu, bunun 93’tekine benzemediğini anlamıştı. Şimdi hatipler, sokak başlarında birer iskemleye çıkarak: “Otuz üç seneden beri…” diye korkusuz konuşabiliyor ve başlarına toplanan halkı aydınlatabiliyordu.
Tıbbiyeliler, İstanbul ufuklarında bu heyecanlı havayı yarattıktan sonra o zaman: “Kabe-i Hürriyet” denilen Selanik’i ziyarete karar verdi. Buna, hocamızla bizim son sınıf katıldı. Bunun için küçük bir vapur kiralandı, bir de askeri mızıka istendi.

Kaynak: Bir Doktorun Harp Ve Memleket Anıları
Yazar: Dr. Mehmet Derviş Kuntman
Derleyen: Prof. Tbp. Kd. Alb. Metin Özata
Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları
Ankara Genelkurmay Basımevi
2009